Osmanlıdönemi medreselerinde okutulan tefsir metodu ile ilgili imam Suyûtî'nin "el-itkân fî ulûmi'l-Kur'ân" adlı eseri. tevhid-i medaris / tevhid-i medâris Medreselerin, okulların birleştirilmesi; Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği eğitim kurumlarının bir araya getirilmesi.
Avrupatarzı üniversitelerinin -hele Günaltay'ın da 1914'den itibaren müderrisi olduğu İstanbul Dârülfünunu örneğinde olduğu gibi disipliner ve meslekî ayrışmaların müesseseleştiği yüksek eğitim ve ihtisas kurumları olarak- Osmanlı medreselerinde paralelini bulmaya çalışmak, iki farklı geleneği birbirine
Osmanlı Padişahlarının bir çok farklı konuda yetenekleri olduğu aşikar olmakla birlikte hepsinin ortak özelliklerinden biri tam yerinde sözleridir. 24 / 38 1.
Gül, Ahmet. Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim ve Darülhadislerin yeri. Ankara 1997 İhsanoğlu, Ekmeleddin. Darülfünun tarihçesine giriş I (ilk iki teşebbüs). Belleten. 210,1990. 699-738 İhsanoğlu, Ekmeleddin. Darülfünun tarihçesine giriş II (üçüncü teşebbüs Darülfünun-u Sultani). Belleten. 218,1993. 201-239.
Enderun Mektebi Nedir? Osmanlı İmparatorluğu yaklaşık 700 yıl varlığını sürdürmüş bir devlettir. Doğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika’ya kadar topraklarını genişletmiş ve 16. yüzyılda dünyanın en güçlü imparatorluğu halini almıştır. Çok milletli bir halka sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, bu başarıyı iyi yöneticilerin devleti yönetmesi ile elde
SADEM’in eğitim müfredatı İsmailağa Cemaatinin klasik müfredatı baz alınarak şekillenmiş. Yine sözü Kızıldaş hocamıza bırakalım; “Müfredatımızda Osmanlı medreselerinde okutulan çoğu sıra kitabı baz alınmıştır; yani Emsile, Bina, Maksut, İzzi, İzhar, Kafiye, Molla Cami diye alet kitapları sıralanır.
tsM3t. Osmanlı Devleti Eğitim Ve Eğitim şekilleri Selçuklu Osmanlı Devletleri Uygulandı. Osmanlı İmparatorluğu Eğiti Öğretim Okullartekkeler Dini Okullar Osmanlı Devleti’nin Devrinde İlk Medrese Nerede ve Ne Zaman Kim Açılmıştır Osmanlı Devleti’nin devrinde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında Orhan Gazi Medresesi adıyla İznik’te kurulmuştur. Daha sonra Osmalı Devleti’nin sınırları genişlemesiyle beraber Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde medreseler açıldı. İstanbul’un fethinden sonra üst seviyedeki eğitim kurumları başkentte yoğunlaştı. 1331-1451 yılları arasında 82 adet medrese kurulmuştur. Medreseler. Medrese Eğitim şekilleri Selçuklu Ve Osmanlı Devletleri Zamanında Uygulandı. Osmanlı Devletinin Devrinde İlk Medrese Nerede Ve Ne Zaman Kim Açılmıştır 1463-1471 yılları arasında kurulanlara Fatih medreseleri ya da Sahn-ı seman medreseleri denilir Bu medreselerle birlikte süreye dayalı eğitim, ders geçme sistemine dayalı eğitime dönüştürülmüştür.. 1550-1557 yılları arasında kurulanlaraysa Süleymaniye medreseleri denir. Osmanlı Devleti’nin ilk tıp okulu Darüttıp Süleymaniye medreselerinde yer almıştır. Tıbbi bilgilerin uygulamalarının yapıldığı Darüşşifa ve diğer bazı bölümler olan Darülakakir Eczane, Darüzziyafe, Tabhane ve İmarethane ilk kez Süleymaniye medreselerinde yer almıştır. Başlangıçta bütün eğitim faaliyetlerinin yapıldığı kurum olan medreseler, Tanzimat Döneminde yeni mesleki okulların açılması ile sadece din eğitimi verilen okullar haline getirildi. Osmanlı Devletinin Devrinde İlk Medrese Nerede Ve Ne Zaman Kim Açılmıştır Osmanlı Medrese Ile Ilgili Görseller Osmanlı Ilmiye Sınıfı Osmanlı devletinin son döneminde medreselerin ders programında ve teşkilat yapısında yeni düzenlemeler yapıldı. 1914 yılında Darü-l hilafeti-l Aliyye adı altında birleştirilen medreseler, Millî Mücadeleden sonra tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun birinci maddesi olan “Türkiye dahilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaleti’ne merbuttur” ifadesi ile Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış ve zamanın Millî Eğitim Bakanı Vasıf Bey de tarihli genelgesiyle medreseler üzerindeki tasarruf hakkını kullanarak medreseleri kapatmıştır. Medrese Nedir İslam Türk Osmanlı Eğitimi Selçuklu Medreseleri . Karatay Medresesi Sultan II. İzzeddin Keykavus Emir Celaleddin Karatay Yapyı Osmanlı Devleti’nin Devrinde Eğitim ve Medreseler ile ilgili Görseller-Resimler Enderuni Humayun Ne Demek Osmanlı Saray Eğitim Teşkilatı Osmanlı Devleti Saray Okulu Eğitimi. Devlet Görevlisi Yetiştirme Mektebi Topkapı Sarayı. Devlet Görevlisi Yetiştirme Mektebi Topkapı Sarayı İlk Türk Mûsikî Cemiyeti Dârülmûsikî I Osmanî Cemiyeti Mektebi Ve Faaliyetleri1908 1914okul osmanli-dönemi-oku Topkapı Sarayı Enderun Avlusu Osmanlıda Kurulan Devlet Saray Okulu
Bu yazıda “Osmanlı’da Medreselerin Eğitim Dünyasına Katkıları Neler Olmuştur?” sorusunu ve yüksek seviyelerde ihtiyaç duyulan eğitim öğretimi verilmişİlmiye sınıfı, devlet adamı ve ilim insanları yetiştirilmiştir. müftü, kadı, müderris, hekim, matematikçi, astronom vb.İslam ilimlerini ve akıl ilimlerini uzman ihtisas seviyesinde verip, bilgi üretilmesini standart sağlanmıştırBir çok bilim insanı yetişmiştirİLAVE BİLGİ NOTUMedreseler; Osmanlı Devleti’nde âlimlerin yetiştirildiği, bilginin üretildiği Devleti’nde medreseler, İslami ilimleri üst düzeyde öğreterek insanların yararına sunmayı ihtiyacı olan kültürü veren ve ihtiyaç duyulan elamanları hocalarına müderris, müderris yardımcılarına muid, öğrencilerine ise danişmend talebe, suhte sınıf Tarih kitabı TÜM SAYFALARIN cevapları İLKE yayıncılık
Osmanlı Devletinde Eğitim Öğrenim Ve Okullarİmparatorluk Eğitim Okullar Mekteblerendurunlar Medrese Ilgili Görsel SVikipedi Mosque Madrasa Osmanlı Devletie Eğitimi, Öğrenimi Harp, Sıbyan Okulları, Mektebleri, Endurunları, Üniversiteleri Osmanlı’da eğitim. İslam eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese, Osmanlılar dönemininde de eğitimin temeli olmuş, Osmanlı’ya uygun biçimsel gelişmeler göstermiştir. Medrese sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimi veren, İslami kimliği sebebiyle sadece müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliğindedir. İmparatorluk sınırlarındaki Müslümanların eğitimi ulema adı verilen dindar zümre tarafından İslam dininin hükümlerine göre denetlenmekteydi. 2. Mahmut dönemine kadar İslami teşkilatlanma yürütülmüştür. Bu dönemde batı tarzı kurumlar oluşturulmadan önce, memur yetiştirmek amacıyla Acemi Oğlanlar Ocağı ve Enderûn Mektebi; sivil halkın eğitimi amacıyla Sıbyan Mektepleri ve Medreseler kurulmuş idi. İlk medrese 1331’de kurulan İznik Orhaniyesi’dir. Osmanlı Devletinde Eğitim Öğrenim Ve Okullar Sultan Ahmet Medresesi Restore Edildi İstanbul Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim Okullar Mekteblerendurunlar Klasik Dönemde eğitim teşkilatının yapısı Klasik dönemde, eğitim işlerine bakan ulema sınıfının başında Şeyhülislâm bulunuyordu. Fatih Kanunnamesinde, “Şeyhülislâmın ulemânın reisi olduğu” söylenmiştir. Meşihat makamı şeyhlülislam o dönem eğitim unsurları olan medrese ve sıbyan mekteplerinden sorumluydu. 16. yüzyılın başlarından itibaren Şeyhülislâmlık içinde Ders Vekâleti denen bir daire kurulmuş ve sorumluluk paylaşılmıştır. Taşrada ise, müftüler eğitim teşkilatının sorumlusu olmuşlardır. Klasik dönemde orta ve yüksek derecedeki eğitim şeyhülislâmlığa bağlı kalmıştı. Medreselerde görev yapan müderrislerin tayinlerinden 1574’e kadar tamamen sadrazam ve kazasker sorumluyken, daha sonra yevmiyesi kırk akçadan yukarı olan müderrisliklerin ve yüz elli akçayı aşan mevleviyet kadılarının tayinine şeyhülislamlar bakmıştır. Bu görevin zor olacağını söyleyen Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’ya iş yükünün arttığını ifade etmişti. Osmanlı Devletinde Eğitim Teşkilatı Dönüşümü 2. Mehmet tarafından kurulan Sahn-ı Seman Medresesi felsefe, fen, kelam, fıkıh gibi çok çeşitli ve gelişmeye müsait ilimleri öğretmiştir. 2. Mehmet bilim ve eğitim sisteminin önemli bir kurucusudur. Maveraünnehir ulemasından olan, Uzun Hasan’ın elçi olarak göndermiş bulunduğu Ali Kuşçu’yu ilmine olan sevgisi yüzünden İstanbul’da ikamet etmesi için ikna etmiştir. İstanbul’da Fatih Camisi etrafında yaptırdığı “Medreset ül Aliye” olarak da anılan Sahn-ı Seman zamanının yegane üniversitesi konumundadır. Osmanlı Devleti Eğitim Ve Eğitim şekilleri Selçuklu Osmanlı Devletleri Uygulandı. Osmanlı İmparatorluğu Eğiti Öğretim Okullartekkeler Dini Okullar Bu medrese sekiz bölümden meydana lise muadili olan idadi dersleri, tamamlama kısımları, hazırlık medreseleri de bulunmaktadır. Okuyup yazan bir talebe önce iptida-i hariç denilen medreselerde okur. Buradan sonra da, Musule adı verilen tetimme yani tamamlama medreselerine yükselirdi. Artık buradan sonra Darülfünun yani üniversite talebesi olmaya hak kazanırdı. Daha sonra Sultan Kanuni Süleyman, Süleymaniye medreselerini yaptırdı. Bu medreselerde; hadis, tıp, riyaziye ve tabii ilimler mütehassısları yetiştirildi. İlahiyat, hikmet, fıkıh, hadis ve edebi-yat-ı arabiye, Fatih tamamlama bölümünde okutulur, bunların içinden şehadetname yani diploma alanlar mülazım adı ile unvan sahibi olurlardı. Bu mülazım rütbesi alanların istidad sahibi olanları müderris olabilirdi. II. Mehmet’in yaptırdığı Ayasofya Medresesi ve 1. Süleyman döneminde kurulan Süleymaniye Medresesi Osmanlı eğitim sisteminin II. Mahmut’a dek en önemli kurumları olmuştur. Buralarda doğa bilimleri yerine İslam hukuku ve tefsir gibi İslami ilimlere odaklanılmıştır. Daha sonra din adamları felsefeyi günah sayarak eğitim programlarından çıkarmıştır. Dini kaygılarla müdahaleler sonucunda eğitim sistemi zarar görmüştür. II. Mahmut Tıbbiye ve Harbiye’yi kurarak askeri eğitimi yenilemiştir. Rüşdiyeler kurmuş ve medreseye alternatif eğitim oluşturmuştur. Tanzimat Dönemi ise eğitimin halka yayılmaya çalışıldığı, bakanlık ve kararnameler ile düzenlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur. Dini müfredattan ayrı eğitim ilk olarak deniz mühendisliği 1773, askeri mühendislik 1793, tıp 1827, ve askeri bilimler 1834 alanlarında yapılmıştır. Orduya uzman personel yetiştirmek amacıyla batılı tarzda eğitim yapılmaya çalışılmıştır. Diplomatlar ve yöneticiler için de benzer kurumlar oluşturulmuştur. Tercüme Odası1833 ve Mekteb-i Mülkiye1859 bunlara örnektir. Medresetü’l-Kuzat Mekteb-i Nüvvab gibi karma programlı hukuk okulları bu dönemin öncü atılımlarındandır. 1846’da ilk kapsamlı eğitim planı oluşturulmuştur. İlk, orta ve yüksek düzeyde eğitim için bütüncül bir düzen tasarlanmıştır. 1869’da daha büyük bir plan hazırlanmış ve ücretsiz eğitimi hedef edinmiştir. İki tasarı da mali yetersizlikler nedeniyle uygulamaya konamamıştır. Medreseler. Medrese Eğitim şekilleri Selçuklu Ve Osmanlı Devletleri Zamanında Uygulandı. Osmanlı Devletinin Devrinde İlk Medrese Nerede Ve Ne Zaman Kim Açılmıştır 19. yüzyılda Osmanlı eğitimi medrese, laik askerî ve mülkî okullar ve gayrimüslim milletlerin özel okulları ile kapitülasyonla kurulan yabancı okullar olmak üzere üçe tabana ayrılmaktaydı. 19. yüzyıl eğitim sistemi medresenin aleyhine laik okulların kuvvetlendiği bir yapıya sahipti. Medreseler yetersiz kalıyordu. Ayrıca aralarında sınıf farkı vardı. Talebesi Arapça bilmeyen, basit bir Türkçe yazımından aciz medreseler de vardı; Arapça, Farsça, matematik, astronomi eğitimi veren de vardı. Cevdet Paşa’nın Maruzat adlı biyografik eseri medreselerin durumu hakkında bilgi verir. Tanzimat devrinde laik eğitim iptidaiden Rüşdiye’ye dek örgütlendi. Bir müddet sonra inaskız rüşdiyeleri de açılınca, Türk toplum hayatına kadın çalışanlar girdi. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendis Mektebi, Hukuk Mektebi, Baytar Mektebi hepsi ayrı tüzel kişiliği olan yüksek okullar kalarak üniversite çatısı altında birleştirilmediler. Bunlar yatılı ve burslu okullardı. Felsefe bu dönemde eğitim sistemine giriyor. Yüksek okul öğrencisi epistemoloji bahislerini ve medreseden kalan mantık bilgisini ediniyor ancak Rıza Tevfik gibi filozoflar dahi orijinal metninden Kant gibi kaynakları okuyamıyordu. Filolog ve tarihçi eksikliği bu dönem kaynaklarının yavan kalmasına neden olmuştur. İlber Ortaylı’ya göre son dönem Osmanlı laik eğitiminin başarısı, gerekli teknisyenleri yetiştirmek olmuştur. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendis Mektebi, Hukuk Mektebi, Baytar Mektebi gibi okullar 150 yıla ulaşan mazisi ile bir gelenek oluşturmuş ve Türkiye’nin teknisyen mühendis, tabip, veteriner hekim vs. yetiştirme konusunda üstünlüğüne temel olmuştur. Enderuni Humayun Ne Demek Osmanlı Saray Eğitim Teşkilatı Osmanlı Devleti Saray Okulu Eğitimi. Devlet Görevlisi Yetiştirme Mektebi Topkapı Sarayı. Devlet Görevlisi Yetiştirme Mektebi Topkapı Sarayı Gayrimüslim milletlerinin vakıf okullarında Tanzimat’tan itibaren Türkçe bulunmaktaydı. Ancak Türkçe eğitimine azınlıklar tarafından önem verilmemişti. Ermeni eğitim kurumları bu dönemin en köklü ve sağlam eğitim verenleriydi. 19. yüzyılda Ermeniler Osmanlı muhiti içinde en oturaklı simaları yetiştirdi. Mora İsyanı’ndan beri Fenerli Rumların terk ettiği hükümet görevleri ve Tercüme Odası da Ermeni aydınlarla doldu. 19. yüzyılda çoğalan Amerikan eğitim kurumları daha çok Doğu Anadolu, Suriye ve Filistin’de 400’ü aşkın okul, atölye ve yetimhaneye sahipti. Osmanlı’da Amerikan okulları diğer tüm yabancı okullardan daha başarılıydı. Bu okullar, sanıldığının aksine Hıristiyanlık propagandası yapmıyor, yerli halktan Amerikalı yetiştiriyordu. Museviler ise diğer cemaatlere göre eğitimde daha geriydi. 19. yüzyılda Fransa Yahudilerinin teşkil ettiği ve Osmanlı Musevisi banker Kamondo’nun desteklediği Alliance Israelite Universelle gibi mektepleriyle bir eğitim Rönesansı yaşadı. O güne kadar konuştukları Kastilyan İspanyolcalarını Fransızca-Türkçe karma eğitimle değiştirdiler. 19. yüzyılda Darülmaarif kurularak rüşdiye sonrası eğitim verilmiş ve sonradan kurulacak Darülfünun’a öğrenci yetiştirilmiştir. Batılı anlamda eğitim vermek için kurulan Darülfünun üç kez kapatılmış, birçok kez isim ve yer değiştirmiş, ilgi ve imkan eksikliği nedeniyle amacını yerine getirememiştir. Bu kurum 1933’te İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür. Şehzadelerin Eğitimi Padişahların çocukları hükümdar adayı olduklarından, on beş yaşına gelince bir sancağa gönderilerek burada devlet yönetimini tecrübe etmeleri beş yaşından önce sancağa çıkan şehzadeler de vardır. Topkapı Sarayı Enderun Avlusu Osmanlıda Kurulan Devlet Saray Okulu Gelibolulu Ali, Çelebi Mehmet’in on dört yaşındayken Hüseyin Hüsamettin, II. Mehmet’in sekiz yaşında ve II. Bayezit’in ise yedi yaşında sancak beyi olduğunu iletir. II. Bayezid’e kadar Amasya, bundan sonra da Kütahya tercih edilen başlıca sancaklardır. Şehzade henüz sancağa çıkmadan Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusunda iç oğlanlarla birlikte hem fiziksel hem entelektüel eğitim ve dövüş sanatları eğitimini iç oğlanlarla birlikte alırlardı. Sarayda ayrıca bir de “Şehzade Okulu” bulunmaktaydı. Devrin en yetenekli hocaları eğitim vermesi için tutulurdu. II. Mehmet’in hocalığını yapan Molla Güranî ve İnbü’t‐Tercid, oğlu Şehzade Bayezit’in hocası Molla Salahaddin, I. Süleyman’ın oğlu Şehzade Selim’in hocası Şeyh Nurullah bin Akşemseddin buna örnektir. 1603’te I. Ahmet döneminde şehzadelerin sancağa çıkarılma usulü kaldırılmıştır. Bunun zindan hayatı da denilen Kafes Hayatı’nı başlattığı söylenir. Yine I. Ahmet döneminde tahtın babadan oğluna geçmesi usulünün ortadan kalkması ve Ekberiyet Usulünün kabulü, şehzade eğitimini aksatmıştır. osmanli-dönemi-okul Osmanlı Devletinde 1880’lerde Eğitim kurumları Osmanlı’da ilköğretim seviyesindeki Sübyan okullarına “mekteb” veya “küttab”, yoksul çocuklar için açılanlara ise “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” de denilmekteydi. Küttab veya mekteb, aynı anlamda olup “yazı öğretilen yer” anlamına gelmektedir. İlk başlarda, burada okuma yazma öğretilse de, daha sonraları temel İslâmî bilgiler de verilmeye başlanmıştır. Bizans’ın eğitim anlayışı İslâm âlemininki ile temel öğretim, genel şartlar ve prensipler bakımından birbirlerine çok yakın bulunmaktaydı. Osmanlı Devletinin Devrinde İlk Medrese Nerede Ve Ne Zaman Kim Açılmıştır Osmanlı Medrese Ile Ilgili Görseller Osmanlı Ilmiye Sınıfı Memur yetiştirmek amaçlı eğitim kurumları Enderun İlk olarak II. Murat Dönemi’nde Edirne Sarayı’nda açılmıştır. En önemli özelliği şimdiki tanımıyla Saray Üniversitesi olmasıdır. Osmanlı Devleti’ni yönetecek idareci, komutan, devlet memuru ve sanatkârlar enderunda yetiştirilmiştir. Enderûn mektebine alınan çocuklara, Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa şiir, dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müspet ilimler dersleri okutulurdu. Acemi Oğlanlar Ocağı Acemioğlanlar Ocağı Osmanlı İmparatorluğunda enderun için öğrencileri ve başta piyade kısmı olmak üzere kapıkulu ordusunun ihtiyaç duyduğu askerleri eğitmek için kurulmuş olan ocaktır. Gayrimüslim halktan, özellikler Balkanlar’dan 8-18 yaş arasında çocuk ve gençlerin devşirme ile alındığı Acemi Ocağı’nda çoğunlukla asker bazen de saraya bürokrat yetiştirilirdi. Mülkiye Mektebi Mülkiye Mektebi Mekteb-i Mülkiye sivil yönetici sınıfını yetiştirme amacıyla açılmış olan okuldur. İstanbul’da 1859’da Abdülmecit devrinde kurulmuştur. Cumhuriyet devrinde Ankara’ya taşınmıştır. Günümüzde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne dönüşmüş olarak eğitimini sürdürmektedir. İktisat, İşletme, Maliye, Uluslararası İlişkiler, Çalışma Ekonomisi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi alanlarında eğitim vermektedir. İlk Türk Mûsikî Cemiyeti Dârülmûsikî I Osmanî Cemiyeti Mektebi Ve Faaliyetleri1908 1914 Darülmaarifدار المعارف ya da Mekteb-i Maârif Osmanlı’da Avrupa tarzı inşa edilen ilk eğitim kurumudur. Tanzimat Dönemi gelişmelerine bağlı olarak devlete memur yetiştirmek ve çağın gerektirdiği niteliklere ulaşmak için Avrupai tarzda eğitim amaçlanmıştır. O günkü rüşdiyelerden daha ileri düzeyde bir eğitim uygulanmıştır. İleride açılması düşünülen Darülfünun’a da öğrenci yetiştirilmek istenmiştir. Osmanlı eğitim kurumlarında uygulanagelen klasik müfredata ilâveten aritmetik, geometri, felsefe, astronomi, coğrafya gibi bir kısmı o dönemin rüşdiyelerinde okutulmayan dersler de konulmuştur. Mektep Cağaloğlu’ndaki Sultan II. Mahmud Türbesi yanında yapılmak istenmiş ancak yakında medreseler bulunduğu gerekçesiyle yapılamamıştır. Daha sonra Bezmialem Valide Sultan aynı yerde modern tarzda bir bina vakfetmiştir. Dârülmaârif, padişah ve devlet görevlilerinin katıldığı bir merasimle ve devrin sadrazamı Mustafa Reşid Paşa’nın nutkundan sonra 21 Mart 1850’de bu binada öğretime başlamıştır. Mekteb-i Osmani Daha sonra İsrail başbakanı olan David Ben Gurion ve İsrail’in 2. cumhurbaşkanı olan Yitzhak Ben Zvi İstanbul’da hukuk öğrencisi iken, 1912 Mekteb-i Osmani, Osmanlı yönetiminin, Fransa’ya gönderilen askeri öğrencilerin Fransızca öğrenmelerini sağlamak amacıyla, 1857’de Paris’te açtığı okul.[15] Paris’teki Osmanlı elçisi Mehmed Cemil Paşa’nın öneri ve girişimleri sonucu öğretime başladı. Okulun müdürü ve yardımcıları Türk, öğretim kadrosunun büyük çoğunluğu Fransızdı. Öğretime geçtikten birkaç yıl sonra, getirdiği ağır mali yüke karşılık yeterli verimin alınamadığı ortaya çıktı. 1868’de açılan Mekteb-i Sultani’nin daha iyi sonuçlar üzerine 1874’te kapatıldı. Sultan 2. Abdülhamid Döneminde Tıp öğrencileri Lisan Mektebi Lisan Mektebi, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde devlet memurlarının yabancı dil öğrenmeleri için hizmet vermiş bir okuldur.[16] Tercüme Odası’nın Osmanlı Devleti’nin idari teşkilatında yabancı dil öğretilen bir okul olma misyonunu yitirmesiyle dil bilen memur yetiştirmek üzere Lisan Mektebi açıldı ancak kısa aralıklarla birkaç defa kapatılıp yeniden açılan bir kurum oldu. İlk açılışı 1866, bir daha açılmamak üzere kapanışı 1892’dedir. Askeri Okullar Osman Gazî ve Orhan Gazî’nin ilk zamanlarında gönüllülerden oluşan ilk Osmanlı ordusu yerine, Bursa’nın fethi sırasında ortaya çıkan eksiklikleri gidermek için yevmlü maaşlı yaya ve atlı birlikler kurulmuştur. Yeniçerilik kurularak eğitimli bir ordunun temelleri dönemde askeri eğitimde öne çıkan iki unsur Acemioğlanlar Ocağı ile Yeniçeri Ocağı’dır. Acemioğlanları Ocağı’nda Pençik ve Devşirme usulleriyle toplanan çocuklar, yetiştirilmek amacıyla önce bir Türk ailesine verilir ve oradan da Acemioğlanlar Ocağı’na gelirlerdi. Bu çocuklar, burada bir taraftan Sıbyan Mektebi seviyesinde eğitim verilirken diğer taraftan da askerî disiplinle Yeniçeri Ortası’na hazırlanırdı. Daha sonra acemioğlanlar arasından seçilen kıdemli oğlanlar, Cemaat Ortaları, Sekbanlar ve Ağa Bölükleri’nde eğitime tabi tutulurlardı. 1826’da kaldırılan yeniçerilikten sonra, farklı müesseseler ile ordunun eğitimi devam ettirilmeye çalışılmıştır. Tıphane Mekteb I Tıbbiye I Adliye I Şahane Kökü Osmanlı Padişahı II. Mahmut Haydarpasa Campus General Mühendishane-i Berr-i Hümâyun Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn, 1795 yılında III. Selim döneminde kurulmuştur. Haritacılık, gemi inşaatı ve inşaat mühendisliği öğretimi yapılmaktaydı. Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn; 1847’de mühendislik eğitiminin dışında mimarlık eğitimi de vermeye başladı. 1883’te Hendese-i Mülkiye, 1909’da Mühendis Mekteb-i Âlîsi adını aldı. Kara Harp Okulu Harp Okulu öğrencisi Atatürk ve arkadaşları, 1901 Kara Harp Okulu Osmanlı padişahı II. Mahmud’un fermanı ile 1834 yılında kurulması çalışmalarına başlanan Mekteb-i Harbiye, 1 Temmuz 1835’te Maçka’da padişahın da katıldığı bir törenle eğitim ve öğretime başlamıştır.[17] 1905 yılında beş ordu merkezinde açılmış olan Edirne, Manastır, Erzincan, Şam ve Bağdat Harp okulları, kısa bir süre sonra kapatılmışlardır. Bundan sonra sadece İstanbul’daki Harbiye Mektebi, eğitim ve öğretime devam etmiştir. Mütareke Dönemi’nde 1 Temmuz 1920 tarihinde Ankara’da Abidin Paşa Köşkü’nde eğitim ve öğretime başlamıştır. Harp Okulu, ilk mezunlarını 1 Kasım 1920 tarihinde vermiştir. Donanma Okulları Mühendishane-i Bahr-i Hümâyun Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn İmparatorluk Deniz Mühendishanesi[18] Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1773[18] yılında III. Mustafa zamanında tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla açılmış teknik okuldur. Okulda sınıflara ilk defa tahta ve sıra konulmuştur. Bir okul matbaası kurulmuş ve ders kitapları basılmıştır. Deniz Harp Okulu – Deniz Harp Okulu Mühendishane-i Bahr-i Hümayun , 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından İstanbul Kasımpaşa’da kurulmuştur. Tersane içerisinde “Hendese Odası” adıyla bir sınıf olarak açılan okul; 1782 yılında Padişah I. Abdülhamit döneminde Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn’ adını almıştır. Günümüzde Deniz Harp Okulu olarak eğitimine devam etmektedir. İstanbul Teknik Üniversitesi ve Deniz Harp Okulu; bu kurumun içinden ayrılarak eğitime devam etmiştir. Tayyare Mektebi -Havacılık Okulu Balkan Savaşlarının ardından 1912 yılının başında Osmanlı’nın askeri havacılığının gelişimi için Yeşilköy’de kurulmuş olan uçuş Paşa’nın Harbiye Nazırlığı sırasında başlanmış olan Askeri Havacılık Teşkilatının geliştirilmesi, eğitimi ve personelin yetiştirilmesi amacıyla Fransa’dan hava yüzbaşısı Marki De Gois De Mezeyrac sözleşme ile Yeşilköy Tayyare Mektebi Müdürlüğü’ne getirilmişti. Böylece, bu okulda eğitim veren ilk öğretmen pilot Fransız Marki De Gois De Mezeyrac olmuştur. Gülhane Askerî Tıp Akademisi -Tıbbi Okullar Tıphane Mekteb I Tıbbiye I Adliye I Şahane Kökü Osmanlı Padişahı II. Mahmut Haydarpasa Campus General İlk olarak “Gülhane Seririyat Hastanesi” adı ile Padişah II. Abdülhamit’in doğum günü olan 30 Aralık 1898 tarihinde törenle açılmış, “Gülhane” adıyla kurulduktan hemen sonra Tıbbiye-i Şahane’den mezun olan asker hekimler bölükteki görev yerlerine gitmeden önce Haydarpaşa Askeri Hastanesi yerine burada bir yıl pratik eğitimine başlamışlardır. 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmesinden sonra tıp konularında yapılmak istenen reform girişimleri sonucu askeri ve sivil tıp okulları birleştirilmiş ve 1909’da kurulan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne Gülhane öğretim üyelerinin on bir kişilik önemli bir kısmı da transfer olmuştur. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Sultan 2. Abdülhamid Döneminde Tıp öğrencileri Tıphane, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, kökü Osmanlı padişahı II. Mahmut’un 14 Mart 1827’de açtığı Tıphane’ye uzanan Türkiye tarihindeki ilk Tıp fakültesidir. Bugünkü İstanbul Tıp Fakültesi’nin Osmanlı’nın son dönemlerindeki adıdır.[21] 1843 yılında ilk mezunlarını vermiş; 4 mezununun 1848 yılında Viyana’da yapılan tıp yeterlilik sınavını geçmesi üzerine Avrupa’daki tıp fakültelerine denk sayılmaya başlanmış ve “fakülte” statüsü kazanmıştır.[21] Sivil Halka yönelik eğitim kurumlarıSıbyan mektebi Taş Mektep, Trilye 1904-1909 Sıbyançocuklar mektebi Osmanlı’da ilköğretim kurumuydu. Dâru’t‐ta’lim, Dâru’l‐ilm, Muallimhâne, Mekteb, Mektephâne, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb‐i ibtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinir. Bu mekteplerin hocasına Muallim, yardımcısına Kalfa, öğrencilerine de Talebe, Sûhte, Tilmîz, Puser ve Şâkird adı verilmektedir.[22] Sıbyan mektepleri Osmanlı kent ve kasabalarında en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı ve daha çok bir caminin ya da hayır kurumunun yanında açılırdı. Mahalle temelinde kurulduğu için mahalle mektebi de denen bu okullara başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilirdi. 1862’den sonra yerini iptidai denilen ilköğretim kurumlarına bırakmıştır. 1924’te tamamen kaldırılıp milli eğitime bağlı ilkokullarla değiştirilmiştir. Medrese 1721’de Atina’da inşa edilmiş bir medresenin girişi, 2008 Mimar Sinan tarafından 1580’de Üsküdar’da inşa edilen Şemsi Paşa Medresesi,2011 Osmanlı Devleti’nin dayandığı sistemlerin temel düşüncesini veren, eğitim ve öğretim sisteminin temel kurumu medreselerdir. Türk-İslam çevrelerinde çıkıp gelişmelerine karşın zaman içerisinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim üzeri değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir. Medreselerde, nakli ve akli bilimler öğretilmekteydi. Nakli bilimlerde İslam dinine ait ilişkin konular ele alınmaktaydı. Tefsir, Fıkıh ve Kelam nakli bilimlerdendir. Akli bilimler ise bir yönüyle Allah’ın varlığını kanıtlayan, diğer yönüyle ise Dünya’nın düzen ve varlığını akıl yoluyla açıklayan bilimlerdi. İlk medrese 1331 yılında Orhan Bey döneminde İznik’te açılmıştır. Atanılan ilk müderris ise Davud el-Kayserî’dir. En yüksek seviyeli dönemlerine Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında ulaşmıştır.[23] Darülkurra Darülkurra, Kur’an okuma yöntemlerini tecvidi öğretmek için kurulan medrese tarzı kurumdur. Ayrıca, Cami, mescit gibi yerlerin hemen yanında yapılan kuran okuma yeri anlamına da gelir. Tek kubbesi olan, iki göz revaklı, fevkâni bir yapı olan Darül-kurra’nın kubbesi medrese kubbelesiyle aynı düzeydedir. Bu tür mimarî özelliklerinin yanı sıra Darül-Kurra bir Kur’an ezberleme yeridir. Hafızların Kur’an ezberi yaptırmalarının yanı sıra Arapça ve Tilavet derslerinin de verildiği bir yerdir. İptidai- İdadi- Rüştiye Bu alt başlık {{{1}}} tarihinden beri geliştirilmeye ihtiyaç duyuyor. Bu alt başlığın geliştirilmesi gerekiyor. – Darülfünun Darülfünun veya Dar-ül Fünun, Arapça دار الفنون üniversite” anlamında kullanılan bir sözcüktür. Aynı zamanda 1900 yılında Avrupa üniversiteleri tarzında kurulan Darülfünun-ı Şahane veya İstanbul Darülfünununu ifade eder. Bu kurum 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür. – Darüşşafaka Darüşşafaka parasız yatılı, karma öğretim kurumudur. Kelime anlamı Şefkat Yuvası’dır. Babasını veya annesini kaybetmiş, yetenekli, maddi olanakları yetersiz çocuklara hizmet verir[24] Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye adlı 30 Mart 1864 tarihinde kurulan derneğe dayanır. İlk girişimleri, Beyazıt, Koska’da Valide Mektebi Emetullah Kadın Mektebi’ni açmak idi. Bu girişim Ebubekir Paşa Mektebinde şube açılarak ilerletildi. İlk gelirini Çarşı’da bulunan 105 dükkânın kirasının bağlanmasıyla oluşturan cemiyet, zamanla devletin, yüksek devlet memurlarının, esnafın ve halkın değişik kesimlerinden pek çok vatandaşın yaptığı bağışlarla gitgide büyüdü[24]. Cemiyetin gelişmesiyle birlikte daha büyük ölçekli bir okulun kurulması gündeme alındı. Seçenekler arasından Fransa’daki “Prytanéé Militarie De La Fleshe” denemesi örnek alınarak, kız-erkek İslam yetimlerinin eğitim görecekleri Darüşşafaka kuruldu. 28 Haziran 1873’te eğitime başladı. Tanzimat devinde, rüştiyelerin nitelikli memur yetiştirmekte yetersiz kaldığı görüşünden hareketle açılan bir dizi üst kademe okuldan birisi oldu. Mezunlar, yüksekokul mezunu kabul edilmekte idi. – Dârülmuallimât 1870 yılında Osmanlı Devleti’nde, ilk ve orta öğretim kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılan eğitim kurumu. Kız öğretmen okulu. Osmanlı Devleti’nde, kızlar için ilk iptidâiye ilkokul ve rüştiye ortaokul mektepleri, 1858 yılında açıldı. 1869 Maârif-i Umûmiyye Nizamnâmesi’nde Genel Eğitim Yönetmeliği’nde, bu okullara öğretmen yetiştirmek amacıyla bir kız öğretmen okulunun açılması öngörüldü. Okulun açılması, 26 Nisan 1870’te gerçekleşti; Dârülmuallimât adıyla, İstanbul’da Sultanahmet semtinde bir konakta açılan okulda eğitime başlandı. Tanzimat süresince de tek bir okul olarak kaldı. Mekteb-i Aşîret-i Hümâyun Aşiret Mektebi, Sultan II. Abdülhamid tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde açılan okuldur. Aşiretlerin yoğun ve hakim olduğu bölgeleri muhafaza etmek için, bunların reislerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamak amacıyla açılmıştır. Mektebe ilk olarak Halep, Bağdat, Suriye, Musul, Basra, Diyarbakır, Trablusgarp vilayetlerinden ve Kudüs, Bingazi ile Zur sancaklarından, kabiliyetli ve muteber ailelerin 12 ile 16 yaş arasındaki çocukları alınmıştır. Yaygın Eğitim Yaygın eğitim, bireylerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmeye yardımcı olan, okul sistemi dışında verilen eğitimdir. – Cami Dâru’l‐Kurra ve Dâru’l‐Hadis medreselerinin birçoğu camilerde açılmışlardır. Medreselerin ihtiyacı karşılayamamaları durumunda camiler içinde Dersiye adı verilen örgün eğitim kurumları da açılmıştır. Tekke Kalkandelen, Makedonya’da bulunan, 1538’de inşa edilen Arabati Baba Tekkesi. Avrupa’da ayakta kalan ender yapılardandır. – Tekke Tekkeler mensubu bulundukları tarikatın yöntem bilgisi ile dini tedris, tefsir, hadis, fıkıh, siyer‐i nebî dersleri vermiştir. Tekkelerde Türkçe, Arapça ve Farsça da yaygın olarak öğretilmiştir. – Kütüphane Kütüphane cami, tekke ve medreselerde bulunduğu gibi, müstakil olarak da mevcut olabilirdi. Okuma ihtiyacını gidermesi yanında buraya tayin edilen Hafız‐ı Kütüpler vasıtasıyla eğitim de vermiştir. – Sahaf Sahaflar Ulema, talebe ve kitap meraklılarının uğrak yeri olduğundan, buralarda ilmi sohbetler ve müzakereler yapılırdı. – Lonca Loncalar, esnaf teşkilatı ahhiliğin devamı olarak 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da meslek mensuplarının yetiştirilmesinde önemli bir yaygın eğitim kuruluşudur. – Saray Osmanlı sarayı devlet görevlisi yetiştiren resmi eğitimin yanında yaygın eğitim de vermekteydi. Saray erkanına ve davetlilere Kur’an‐ı Kerim odaklı dersler yapılırdı. Bu derslere Huzur Dersleri denirdi. III. Mustafa zamanında resmi hale gelen bu dersler konuyu sunanMukarrir bir müderris ve ona mukabil akademik tartışmaya katılacak yeteri kadar tartışmacıdanMuhatab oluşurdu. – Ev Başta ulema evleri olmak üzere varlıklı ailelerin konaklarında zaman zaman dersler ve sohbetler yapılırdı. Ulema, bilgisini sadece kendi kafasında tutmanın vebalinden kurtulmak için talebeler bulma ihtiyacı hissederdi. – Kıraathane Bir toplumsal buluşma yeri olan Kıraathanelerde kitap rafları bulunurdu. İsteyen buradan bilgi edinirdi. Ulemanın da uğrak yeri olmaları sebebiyle birer edebi ortam konumundaydılar. Müdavimi olan şairler, meddahlar ve saz şairleri buradaki halk ile müzakereler yürütürdü. – Muvakkithane ve Rasathane Akademik düzeyde eğitim veren Takiyüddin’in Rasathanesi, kısa bir süre sonra Şeyhlülislam’ın fetvasıyla yıkılmıştır. Namaz saatlerini ayarlama çalışmalarını yapan muvakkithaneler konu ile ilgili şahıslara ilgili teknik bilgiyi vermekteydi. Rasathane ise ilki 16. yüzyıl sonunda Takiyüddin tarafından açılan astronomi çalışan kurumlardı. Burada akademik düzeyde eğitim verilmekteydi.
GİRİŞ Medrese, sözlükte okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak anlamına gelen ders dirâse kökünden gelen bir mekân ismidir. İslam dünyasında gelenekçi yöntemlerle idare edilen eğitim kurumları olan medreseler X. yüzyılda Irak’ta ortaya çıkmakla birlikte kurumsallaşmalarının XI. yüzyılın ilk yarısında Horasan ve Mâverâünnehir’de Gazneli, Karahanlı ve Büyük Selçuklu siyasi çevrelerinde gerçekleştiği bilinmektedir. Osmanlıda İslam eğitim sisteminin temelini medreseler oluşturmaktadır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar medreselere büyük önem verilmiştir. Kuruluş döneminden başlayan medrese sistemi giderek önem kazanmıştır. Ayrıca bu mekanlar devlete önemli katkılar sunmuştur. İlk medreseleri başkentlere yaptıran Osmanlılar daha sonra devletin genişlemesi ile köylere kadar medreseler yaptırmıştır. Fatih zamanında çok hızlanan bu yapılaşma yıkılışa kadar belirli düzeylerde devam etmiştir. Yapılan medreseler sadece eğitim kurumu değil aynı zamanda bir kültürü temsil etmiştir. Bu yapıları genel olarak padişah yapmasına rağmen bazen halkta kendi gayretleriyle medrese inşa etmiştir. İLK MEDRESELER İlk Osmanlı medreselerinin şekillenmesinde diğer İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden Osmanlı’ya gelmiş olan bilim adamlarının fikirlerinin ve eğitim-öğretim anlayışlarının katkısı görülmektedir. Ayrıca bunların nerede açıldığı konusu da tartışmalıdır. Ancak genel kanı ilk medrese olarak Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu İznik Orhaniyesi adını da taşıyan İznik medresesi gösterilebilir. Bu medreseye ünlü âlim Dâvûd-i Kayseri, ardından Tâceddin Kürdî müderris olarak atanmıştır. Daha sonra medrese sayıları hızla artmıştır. Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed, II. Murat ve devlet ricalinin yaptırdığı yirmi bir medrese ile Bursa cazip bir ilim merkezi olmuştur. Bursa’da ilim faaliyetleri devam ederken Edirne fethi ile eğitim faaliyetleri Edirne içinde etkili olmaya başlamıştır. Burada Çelebi Mehmet zamanında iki, II. Murad döneminde ise dokuz medrese faaliyete başlamıştır. Daha sonraki süreçte özellikle önceden değindiğimiz gibi Fatih zamanı medrese sayıları oldukça artmıştır. Fatin Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde medreseler padişahın desteği ile çok iyi bir ivme kazanmıştır. Ayrıca bunlar yükseköğretim kurumu özelliği kazanmıştır. 15. YÜZYIL VE SONRASI MEDRESELER Osmanlı klasik dönemine geçtiğimiz zaman medreseler imparatorluk içinde yaygınlaşmaya devam etmiştir. Sadece imparatorluğa başkent olmuş iller değil Anadolu’nun muhtelif yerlerine de çok sayıda medrese yapılmıştır. Fetih siyaseti ile hızlanan toprak kazançları ile genişleyen coğrafyada fethedilen yerlere de medreseler yapılmıştır. Bu medreseler sadece eğitim kurumu değildir. Ayrıca bir kültür yansıması olarak da yeni topraklarda yerini almıştır. Özellikle Balkan şehirlerinde medreseler kurulmasına önem verilmiştir. İlk olarak bu dönemde Fatih Sultan Mehmet, Eyüp Medresesini açmıştır. Daha sonra 1470 yılında tamamlanan Fatih külliyesi içinde sekiz medreseden oluşan Sahn-ı Seman Medresesi ve bunların bir sıra gerisinde bulunan sekiz Tetimme Medresesi hizmete girmiştir. Üç Önemli Külliye Bu medreseler sayesinde klasik medrese görüntüsü değişmiştir. Bununla beraber medreseler daha sistemli bir üniversite ve araştırma merkezi görüntüsü almıştır. biri Amasya’da 1481-1486, diğeri Edirne’de 1484-1488, üçüncüsü de İstanbul’da 1501-1505 kendi adıyla anılan semtte inşa ettirdiği üç önemli külliye içerisinde medreseler kurmuştur. İstanbul’daki medresenin ayrı bir önemi bulunmaktadır. Bu medreseye şeyhülislamlar müderris olarak atanmıştır. Aslında padişahın bu hareketi ile medreselerdeki eğitime ne kadar önem verdiğini devlet içinde göstermiştir. Dönemi takip eden padişahlar medrese hususunda aynı hassasiyeti göstermiştir. Sahn-ı Seman’dan bir asır sonra Mimar Sinan tarafından yapılan Süleymaniye külliyesi 1550-1557 özellikle medrese-i evvel, sâni, sâlis ve râbi isimleriyle dört medrese, bir tıp medresesi ve dârüşşifâ ile darülhadisten oluşmuştur. Bu da Osmanlı Devleti’nde eğitimde varılan en üst noktayı göstermektedir. Medrese Sistemi Devlet bu gelişmelere rağmen medrese sistemini her fırsatta desteklemiştir. Hatta 1675’te sünnet düğününde tamamen boşalmış olan Galata Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı medrese haline getirilmiştir. Dahası buralara müderris tayin edildiği de bilinmektedir. Balkanlarda medrese konusuna tekrar geldiğimizde Osmanlı’nın buraya eğilimi olduğunu ve medreselerin buralarda yoğunlaştığını görmekteyiz. Osmanlı dönemi boyunca Bulgaristan’da 142 medrese, 273 mektep, Yunanistan’da 182 medrese, 315 mektep, eski Yugoslavya’da 223 medrese, 1134 mektep ve Arnavutluk’ta yirmi sekiz medrese, 121 mektep olmak üzere toplam 575 medrese ve 1843 mektebin yapıldığı tespit edilmiştir. Bunlarla birlikte İstanbul’da sur içinde birçok medrese olduğu bilinmektedir. Ayrıca medreseler Anadolu vilayetlerinde de yaygınlık göstermiştir. Kayseri, İzmit, Amasya gibi şehirlerde onlarca medrese aktif olarak çalışmıştır. MEDRESE ÖĞRENCİLERİ VE DERSLERİ Medrese talebelerinden aşağı seviyelerdeki tahsili görenlere suhte veya softa, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye gibi yüksek seviyedekilere ise danişmend denildiği belirtilmiştir. Aslında bu uzun tahsille başlayan ilmiye yolu, Müslümanlar için devlet hizmetinde ana yükselme kanalı olmuştur. En fakir bir köylünün bile medreseye yazıldıktan sonra tahsilini bitirip müderrislik ve kadılık gibi muteber mevkilere gelebileceği bildirilmiştir. Osmanlı’da medrese öğrencileri her zaman odak noktası olmuştur. Devletin güçlü ve zengin zamanlarında devlet, öğrencilerin bütün ihtiyaçlarını karşılamıştır. Devletin zayıflayıp gelirlerin azalması ile medreseler göz ardı edilmiştir. Ancak halk bu sefer medrese öğrencilerini yalnız bırakmamış ve onlara ellerinden gelen yardımı yapmışlardır. Öğrencilerin eğitimine odaklandığımız zaman onların medrese içindeki hayatı, dereceleri, dersleri ve mezun olması için gereken imtihanlara göz atmamız gerekmektedir. DERSLER Medresede okutulan dersler esas itibariyle cüz’iyyat denilen hesap, hendese, hey’et ve hikmet dersleri; alet ilimleri ulum-ı âliyye kabul edilen belâgat meâni, bedi, beyan, mantık, kelâm Arap sarf ve nahvi, dil ve edebiyatı dersleri denilen tefsir, hadis ve fıkıh derslerinden oluşmuştur. Dersler önceden belirlenmiş kitaplardan takip edilmiştir. Bu kitapların İslam dünyasından önemli kişiler tarafından yazılmış kitaplar olduğu belirtilmiştir. İlk medreselerde belirli skalada olan kitap çeşitleri daha sonra artmış ve farklı alanları içine almıştır. İslam dininin de etkisi ile kitaplarda Arapça öne çıkmış ve kitapların çoğunluğu Arapça olarak yazılmıştır. Ancak eğitim dilinin Türkçe olduğu da ifade edilmiştir. Buradan hareketle Osmanlı eğitim sistemi dini temeller üstüne oturtulmuştur. Dahası bu sistem Doğu kaynaklı olarak düzenlenmiştir. XV-XVI. yüzyıllarda Osmanlı medreselerinde okutulan otuz üç kitaptan on üçünün İran’da, onunun Mısır’da, yedisinin Mâverâünnehir, Harizmşah ve Fergana’da üçünün Anadolu ve Horasan’da yetişmiştir. Öğrencilerin derecelerinde ise klasik olarak eğitim ve zaman olarak daha tecrübeli ve tecrübesiz gibi bir ayrım vardır. Genellikle her medrese odasında ’oda-nişin’’ ve ’çömez denilen iki talebenin kaldığı da söylenmiştir. Çömezin asıl oda sahibinin işlerini gördüğü ve dersleri oda sahibi müzakere ettiği açıklanmıştır. Talebelerin imtihanları onların icazetname almasını sağlamaktadır. Medrese silsilesini takip ederek tahsilini tamamlayan öğrencilerin bu belgeyi almaya hak kazandığı belirtilmiştir. Bu belge ile artık öğrencilikten çıkıldığı ve ’mülazemet’’ denilen safhaya geçildiği dile getirilmiştir. Bu aşamaları takiben belirli bazı sınavlar daha yapılıp bu öğrencilerin devlette belli yerlere gelmeleri sağlanmıştır. Sosyal Hayat Talebeler aynı zamanda sosyal hayatta da etkin rol oynamıştır. Özellikle sayılarının git gide arttığı 19. yüzyılda bunlar üzerinde otorite kurmak zorlaşmıştır. Ayrıca bazı olaylarda da aktif rol oynamışlardır. Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde İstanbul’daki talebe-i ulûmun hükümet aleyhine isyanı karşısında çaresiz kalınmıştır. Medreselerin maddi olarak gelirsiz kalmıştır. Dahası öğrencilerin boş zamanlarında köylerde çalışması ile bu olaylar artarak devam etmiştir. Bu hadiseler ardına artık medreselere girmek zorlaştırılmıştır. Medreseye girmek isteyen öğrencilerden kefil istenmiştir. Ayrıca kurallara uymayanlara ve halk içinde problem çıkartanlara cezalar uygulanmıştır. Padişahlar bu talebelerin kontrollerine önem verdiği için her zaman onların ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermişlerdir. Çeşitli şekillerde bu çevrelere para ve yiyecek yardımı yapılmıştır. Hatta II. Mahmud yeniçerileri kaldırmaya çalışırken ona destek veren talebelere para dağıtmıştır. MÜDERRİSLİK Medreselerde asıl önemli vazifeyi üstlenenlerinders vermekle yükümlü tutulanların müderrisler olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple müderris, İslâmi eğitimi esas ögesi olarak kabul edilmiştir. Hatta okutulan öğrenciler hakkında bilgi istendiğinde hangi kitapları okuduğu değil hangi hocadan eğitim aldığı daha önemli olmuştur. Müderrislerin önemini halkta bilmiş ve onlara saygı göstermişlerdir. Osmanlı eğitim sisteminde müderris önemli bir eğitimden sonra icâzet, mülazemet, ve berat alarak medreselerde ders okutan hocalara denilmektedir. İlk Osmanlı medrese hocaları yetişmiş ünlü kişiler olup bunlardan seçilmiştir. Daha sonra sistem hem öğrencisini hem hocasını kendisi yetiştirmeye başlamıştır. Tecrid Medresesi Müderrisleri Medrese derslerini sırasıyla görüp danişmend olan talebe, bundan sonra mülâzemet ve kazasker defterine kaydolunarak nöbet sırası gelince eş aşağı derecedeki Haşiye-i tecrid medresesi müderresliklerinden birisine tayin olmaktadır. Bu medrese müderrisliklerinin yirmi ve yirmi beş akçe yevmiyeli olduğu da belirtilmiştir. Yirmi akçeli medreselerin bir nevi çömez müderrislerin ilk yerleri olduğu ifade edilmiştir. Çünkü akçenin artmasının aslında müderrisin terfisi olarak görüldüğü bildirilmiştir. Hâşiye-i tecrid müderrisi olan zat, terfi edince bir derece yüksek olan otuz, otuz beş akçe, yevmiyeli Miftah Medreselerinden birinin müderrisliğine ve daha sonra Kırklı, Hariç Elli Medreseleri müderrisliklerine yükselmiştir. Bu Kırklı ve Hariç Elli Medreseleri Anadolu’da beylik kurmuş olan hükümdarların veya onların kız ve ailelerinin yaptırmıştır. Kırklı Medreselerinde kelâmdan Mevakıf ve Makasır şerhi ve Hariç Elli Medreselerinde fıkıhtan hidaye tedris edilmiştir. Dâhil Medreseleri Hariç Elliden terfi eden müderrisin Dâhil müderris olduğu belirtilmiştir. Dâhil Medreseleri içinde en önemlisinin Fatih’in yaptırmış olduğu sekiz Tetimme Medreseleri olduğu da ifade edilmiştir. Bu Dâhil Medreselerinin yolu Sahn Medreseleri olduğundan dolayı Mûsıla-i Sahn da denildiği söylenmiştir. Dâhil Elli Medreselerinin şehzadelerin, şehzade valideleriyle padişah kızlarının ve padişahların yaptırmış oldukları medreseler olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca bu yollardan geçen müderrislerin başarılı oldukları da terennüm edilmiştir. Hatta bunlar kendilerini gösterebilirlerse Sahn-ı Seman Medreselerinden birisine atanarak bu şekilde profesör oldukları da bildirilmiştir. Sonraki dönemlerde Altmışlı Medreselerde çıkmış ve bu şekilde terfiler olmuştur. MEDRESE ÇEŞİTLERİ Osmanlı’da medreseler tek tip olarak teşekkül etmemiştir. Farklı yapılarda farklı yoğunlukta eğitim verilen medreseler varlığını göstermiştir. Bu medreseler hem içlerinde verdikleri derslere göre hem de yapıları itibari ile farklılıklar gösterebilmektedir. İlk dönem medreselerinde daha çok dini eğitim alan talebeler daha sonraki yıllarda matematik, mühendislik, tıp gibi teknik konuları da ders olarak görmüştür. Bu medreseleri toplam altı başlıkta görebiliriz. Ellili Medrese derecesinde ikilik olduğu için yedi olarak da düşünülebilir. İlk derece Haşiye-i Tecrid Medresesidir. Bu medresede müderrise 20 akçe verilmektedir. Medreselere bu adın verilmesinin sebebi Seyyid Şerif Cürcanî’nin, Nasuriddin Tusî ye ait olan Tecridü’l-İ’tikad isimli kitabına, Haşiye-i Tecrîd ismiyle yazdığı haşiyesinden gelmesinden dolayıdır. Daha sonraki derece ise Miftah Medreselerdir. Bu medreselerde ders olarak belâgattan Şerh-i Miftah’ın okutulmasından kaynaklı medreseler bu isimle anılmıştır. Derece olarak Hâşiye-i Tecrid Medreselerinin üstündedir. Müderrislerinin 30-35 akçe aldıkları bilinmektedir. Diğer bir medrese derecesi olan Kırklı Medreseler ise Taftezânî’nin fıkıhla ilgili Telvîh isimli kitabın okutulması sebebiyle Telvîh Medreseleri olarak isimlendirilmiştir. Önceki medreselerden farklı olan Ellili Medreselerde ise hariç ve dahil olmak üzere iki bölüm vardır. Burada müderrislere 50 akçe verilmektedir. Sonraki dönemlerde oluşturulan Altmışlı Medreselerin derece bakımından Sahn kurumlarından yüksek olmalarına rağmen eğitim sürelerinin Sahn Medreseleri kadar olduğu belirtilmiştir. Sahn Medreselerinde bazı derslerde okutulan eserlerin tamamlanması söz konusu olmaktadır. Bu mekanların müderrislerin günlük 60 akçe ücret aldığı medreseler olduğu da söylenmiştir. Sahn-ı Seman Medreseleri Son olarak iki padişah ile özdeşleşen medreseleri ele alacağız. Bunlardan ilki olan Fatih zamanında yapılan Sahn-ı Seman Medreseleri İstanbul’un fethi ile başlayan döneme denk gelmektedir. Fatih’in zaten İstanbul’u bir kültür başkenti yapmak istemiştir. Ayrıca eğitime verdiği önem ile Sahn-ı Seman Medreseleri öne çıkmıştır. Fâtih, İstanbul’daki imaretini yapmak için çevresinde Bizans İmparatorlarının mezarları bulunan Havariyyun Kilisesi’ni yıktırarak, mezarları kaldırmış ve yerlerini dümdüz bir hale getirmiştir. Sahn-ı Seman Medreseleri “sahn” isminden gelmektedir. Arap dilinde geniş sahralara ve düzlüklere bu isim verildiği için ismini buradan almıştır. Yapılan bu medresenin Osmanlı’da o zamana kadar yapılmış en kapsamlı medrese olduğu belirtilmiştir. Fatih, içinde cami, hastane, tımarhane, han, sıbyan mektebi ve bir kütüphaneden oluşan bir külliye yaptırmıştır. Fatih Külliyesi Fâtih külliyesinde sıbyan mektebinden en üst düzey medreseye kadar dönemin bilgi ve insan yetiştirme kültürü ile bütünleşen akademik amaçlı bir yapılanma görülmektedir. Beylik dönemine ait medrese vakfiyelerinde tedris faaliyetleri genellikle naklî disiplinler çerçevesinde şekillendirilirken, Fâtih külliyesi vakfiyesinde bu konuda aklî ve naklî bilgi disiplinleri beraber yürütüleceği vurgulanmıştır. Bu yapılara bu dönemde bu kadar önem verilmesinin sebebi Fatih olarak görülmüştür. Ancak dönemin şartlarına baktığımız zaman genişleyen İmparatorluk toprakları ile ihtiyaç duyulan yetişmiş insan problemi de bu medreselerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Başlarda sadece temel bir ilmi yuva olan medrese kurumu daha sonra devletin içinde önemli yerlerde görev alacak insanları yetiştirmiştir. Süleymaniye Medreseleri İkinci olarak ise Kanuni Sultan Süleyman emriyle yaptırılan Süleymaniye Medreseleri öne çıkmıştır. Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulan Sahn-ı Semân, tefsîr, usûl-ı fıkıh, fıkıh, kelâm ve Arap dili ile ilgili eğitim yapan ilahiyat, İslâm hukuku ve Arap edebiyatı üzerine dersler veren bir müessese olduğu belirtilmiştir. Müspet bilimlere ait olan tıp ve riyaziyat gibi alanlara duyulan ihtiyaç göz önüne alınarak Tıp, Riyaziye ve ilaveten Dârü’l-hadîs isimli Medreseler de yerini almıştı. Kanunî Sultan Süleyman XVI. asır ortalarında eski diye bilinen yerin geniş bahçesinin kuzeyinde Haliç’e bakan cihetinde tepede belirlemiş olduğu yerde Mimar Sinan’a camisiyle birlikte medreselerini ve diğer tesislerini inşa ettirmiştir. Bu iki Osmanlı tarihine yön vermiş padişahın yaptırdığı medreseler Osmanlı medrese sisteminin temelini oluşturmuştur. Osmanlı’nın yıkılışına kadar belli başlı değişiklikler olsa bile medrese sistemi bu yapılara göre düzenlenmiştir. MEDRESELERİN MİMARİSİ VE YAPILANMASI Erken Osmanlı döneminden itibaren külliyenin bir parçası olarak ya da bağımsız yaptırılan medreseler XVII. ve XVIII yüzyılda değişen külliye anlayışı içerisinde farklı şekillerde konumlanmıştır. XVII. yüzyılda ortaya çıkan küçük külliyeler ya da medrese merkezli külliyeler olarak isimlendirilen külliye şeması, XVIII. yüzyılda da benimsenerek uygulanmıştır. Bu külliyelerde, İstanbul Kuyucu Murat Paşa 1606-1611 ve İstanbul Ekmekçizade Ahmet Paşa 1618’den az önce Medreselerinde dersane-mescit, türbe ve sebil ile oluşturulan kompozisyon üzerinde durulduğu gibi, İstanbul Köprülü Mehmet Paşa 1661, İstanbul Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1681-1690, İstanbul Amcazade Hüseyin Paşa 1700, Aydın Nasuh Paşa 1708, İstanbul Damat İbrahim Paşa 1719-1720, İstanbul I. Abdülhamit 1780 külliyelerinde yine odak noktası medrese olan dersane-mescit, türbe, kütüphane, mektep, sebil, çeşme, dükkan gibi değişik fonksiyonlu yapıların araziye serbest olarak yerleştirildiği düzenlemeler de sıkça uygulanmıştır. Ayrıca bu dönemde caminin merkez alındığı geometrik düzen uygulamalı külliye anlayışı değişime uğrayarak devam etmiştir. Mimari Yapı Klasik dönemden farklı olarak yapıların yerleştirilmesinde uygulanan geometrik düzen ve dik açıların bozulduğu, serbest düzende arazinin topografyasına uygun değişik fonksiyonlu yapıların oluşturduğu şemalar benimsenmiştir. Antalya/Elmalı Ömer Paşa 1610 İstanbul Sultan Ahmet 1619, İstanbul Çinili 1640, İstanbul Çorlulu Ali Paşa 1708, Nevşehir Damat İbrahim Paşa 1727, Urfa Rızvaniye 1737, İstanbul Nur-u Osmaniye 1755, Aydın Cihanoğlu 1756 külliyeleri bu grubu yansıtan örneklerdendir. XVII. ve XVIII. yüzyılda medreseler, külliye şemalarının dışında bağımsız olarak da yapılmıştır. İzmir/Birgi Darülhadis 1657, Samsun/Vezirköprü Fazıl Ahmet Paşa 1661-1676, Hakkâri Meydan 1700, İstanbul Cedit Mehmet Efendi 1705, İstanbul Kaba Halil Efendi 1767 Medreseleri bunlardan bazılarıdır. Medreselerin genel mimarı gidişatı belli dönemlerde değişirken içerideki düzen genel olarak aynı kalmıştır. Medreselerin genellikle tek katlı, avlu etrafında dershane ve talebe odalarından oluşan binalar olduğu belirtilmiştir. Çoğu medresede dershane, müderris odası ve danişmend hücreleri bulunurdu. Ayrıca medreselerde bir mescidin yer almadığı, genellikle bir mihrap yeri olan dershanelerde vakit namazı kılınmıştır. Ayrıca dershane odalarının zemini genelde hasır ve kilimle kaplanmıştır. Medreselerde ayrıca eğitim sisteminin olmazsa olması kütüphanelerde bulunmaktadır. Bazı medreselerde kütüphane odasının olduğu bazılarında ise olmadığı söylenmiştir. OSMANLI SON DÖNEMİ MEDRESELER Osmanlı son döneminde her kurumda olduğu gibi medreselerde gerileme ve istikrarsızlık oluşmuştur. Gelirlerin azalması, medreselerin arka planda kalması, öğrencilerin eski isteklerinin olmaması durumları varlığını göstermiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin aleyhine olan bir dünya konjektörü içerisinde medreseler önemini git gide kaybetmiştir. Osmanlı Devleti alternatifler yollar aramaya başlamış lakin sistemin kendisini yenileme hususunda bir çare bulunamamıştır. Bununla birlikte başlangıçta bir dinamizm kaynağı olan medrese artık bir yük haline gelmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un kurulmasıyla daha önce önemli ölçüde bünyesinde barındırdığı teknik eğitimden mahrum kalmış medreseler , XIX. yüzyılın birinci yarısında tıphânenin teşkiliyle tıp tahsilinden, Avrupaî mekteplerin, ardından mülkiyenin kurulup devlet imkânlarıyla donatılması sonucu da önemli ölçüde fikrî ve idarî alandan uzak kalmıştır. Medrese ve Islahat 1826’da Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti teşkil edilmiştir. Bütün vakıf gelirleri devlet hazinesine alınınca medrese ve ulemânın malî imkânları daralmıştır. Nizâmiye mahkemelerinin teşkili ve daha sonra hukuk mektebinin ortaya çıkmasıyla büyük ölçüde yargı alanından uzaklaştırılmıştır. Sadece din hizmetleri ifa eden bir konuma gelmiştir. XIX. yüzyılda II. Mahmud ve II. Abdülhamid dönemlerinde eğitim konusunda ıslahat ve yenilikler yapılmıştır. Bunun yanında en çok ıslaha muhtaç olan medrese ihmal edilmiştir. Bu tutum muhtemelen medresenin ve temsil ettiği zihniyetin ıslahının çok zor, hatta mümkün olmadığı kanaatine dayanmaktadır. II. Abdülhamid’den sonra İttihatçılar devrinde Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım ve Mustafa Hayri efendiler zamanında ciddi olarak medrese ıslahı yapılmak istenmiştir. Bununla beraber Islâh-ı Medâris Komisyonu oluşturulup çeşitli nizamnâmeler hazırlanmıştır. Geleneksel yapısından tamamen farklı, mektep tarzında yeni program Dârü’l-Hilâfe medreselerinde uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca Medresetü’l-kudât, Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ 1913, Medresetü’l-vâizîn 1913, Medresetü’l-mütehassısîn 1914, Medresetü’l-hattâtîn 1914, Medresetü’l-irşâd Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ ile Medresetü’l-vâizîn’in birleştirilmesiyle, 1919 kurulmuştur. Ancak I. Dünya Savaşı ve arkasından imparatorluğun tasfiyesi sebebiyle bu okullar uzun süre devam edememiştir. XX. yüzyılın başlarından itibaren Beyânülhak, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd gibi devrin muhafazakâr mecmualarında medreseyi değerlendiren, çözüm önerileri ileri süren makaleler yazılmıştır. Medreseler, 3 Mart 1340 1924 tarihli Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu ile Maarif Vekâleti’ne devredilmiştir. Ayrıca kanunun neşrinden on üç gün sonra bütün medreseler kapatılmıştır. SONUÇ Osmanlı Medreseleri konusunu belli parametreler üzerinde ele almaya çalıştık. Bu mekanlar devletin kuruluşu ile beraber başlanan eğitim faaliyetlerinde öncü olmuştur. Ayrıca önemli padişahların özenle ilgilendiği kurumlar olmuşlardır. Bu kurumlar esas itibariyle bir vakıf kurumu olmasına rağmen devletin sıkı denetlemesine tabi olmuştur. Daha devletin teşekkülünün yeni tamamlandığı sıralarda ilk medreseler yapılmış ve her zaman ehemmiyetini korumuştur. Öyle ki Osmanlı medreseleri kuruluşundan itibaren kadar ilmi ve fikri hayatta etkili olmuştur. Ayrıca devlet ve toplumu belirli seviyelerde yönlendiren bir kurum da olmuştur. Şer’i ve hukuki mevzuatın tedvini, idari ve askeri müesseseler yanında vakıf sistemi gibi toplumsal kurumların benimsenmesinde önemli roller üstlenmiştir. Ayrıca devletin zorlandığı konularda başvurabileceği bir yer olaraktan varlığını göstermiştir. Osmanlı Devleti’nin bir dünya görüşünün oluşmasında da yine medreseler önemli rol oynamıştır. Bunların yanında İslami değerleri temsil eden bu kurum çok önemli hocalar yetiştirmiştir. Bu hocalar da yıllarca devlete, millete ve en önemlisi İslam’a hizmet etmiştir. Medrese deneyimi yıllarca Osmanlı Devleti’ne çok iyi hizmet etmesine rağmen belirli sebepler ile gerilemiştir. Hatta önemini de kaybetmiştir. Osmanlı son döneminde kendisini yenilemeye çalışmıştır. Ancak bu çabaların sonuçsuz kalacağı anlaşılınca üstünde çok fazla durulmamıştır. Son yıllarında sadece dini hizmetler ifa eden bir kurum olmuş ve kapatılmayı beklemiştir. KAYNAKÇA İNALCIK Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi-1,Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul. İPŞİRLİ, Mehmet Medrese, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,2003, cilt 28. KARPAT Kemal,2003 Osmanlı Modernleşmesi, İmge Kitabevi, Ankara. KÖŞKLÜ, Zerrin XVII-XVIII Yüzyıl Osmanlı Medrese Mimarisi Erişim Tarihi Orhan, İsmail Mimari, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,2003, cilt 28. UZUNÇARŞILI, İbrahim Hakkı,1984 Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları , Ankara. YILDIRIM Sefa , KILIÇ Ümit, Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Eğitim ve Öğretim. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22 Özel Sayı, Nisan 2018 Daha fazla araştırma yazısına tarih, sağlık ve yaşam, kültür ve sanat kategorilerinden ulaşabilirsiniz. Post Views 113
Eyü fehm eyle dersin, eyle ezber. Mükerrer et, mükerrer et, mükerrer. İshak Efendi A. Hadi ADANALI* Anahtar Kelimeler adab, adabu”l-bahs, mantık, münazara, tartışma, delil, eleştiri. Osmanlı medreselerinde eğitim ve öğretimin genelde ezber ve tekrara dayandığı sık sık iddia edilir. Yukarıdaki mısralarda da veciz bir şekilde ifade edilen bu görüş tam olarak doğruyu yansıtmamaktadır. Tahlil ve tenkide dayalı tartışma geleneğinin İslam eğitim ve öğretim tarihinde önemli bir yeri vardır. Osmanlı medreseleri bu geleneği sadece devam ettirmekle kalmamış aynı zamanda bu alana önemli katkılarda bulunmuştur. Medreselerde adabu”l-bahs ve”l-münazara veya kısaca adab adı altında okutulan bu derste gerek Osmanlı öncesi İslam alimlerinin meşhur eserleri gerekse Osmanlı alimlerinin telifleri okutulmuştur. İslam dünyasında, Semerkandi çalışmalarını genel tartışma mantığı üzerinde yoğunlaştırmış ilk mantıkçı sayılır. Semerkandi Risale fi adabi”l-bahs adlı eserinde tartışma metodunu münferit ilimleri aşan ve bütün alanlara uygulanabilir, evrensel bir disiplin olarak değerlendirir. Buna rağmen onun Risale”sinde hukuk tartışma metodu ön plana çıkmaktadır. Semerkandi”yi, Adud”ud-Din İci, Cürcani, Ma’raşi, Kalanbevi, Taşköprülüzade ve İsmail Gelenbevi gibi alimler takip etmiştir. Osmanlı öncesi İslam eğitim geleneğinde tartışmaya verilen önem Osmanlı medreselerinde de kendini göstermiştir. Osmanlı medrese eğitiminde tartışma ve eleştiriye verilen önemi hem genel ilimler ve eğitim üzerine yazılan eserlerde hem de müfredatla ilgili kitaplarda görebiliriz. Mesela Taşköprülüzade Miftahu”s-Sa”ade adlı eserinde öğrencilerin vazifeleri arasında yaşıtlarıyla konuları karşılıklı gözden geçirmeyi, birlikte incelemeyi ve münazarayı sayar. Daha sonra tartışmanın amaçları ve nasıl olması gerektiği üzerinde durur. Ona göre, tartışmada doğrunun ortaya çıkarılması amaçlanmalıdır. Üstün gelmek, öğünmek veya karşısındakini utandırmak amacıyla tartışmak uygun olmadığı gibi bu amaçlarla tartışan kimselerin tartışmalardan olumlu bir netice alabilmesi de mümkün değildir; ayrıca dinen de mahzurludur. Taşköprülüzade”ye göre insaflı, hoşgörülü, dikkatli, düşünceli olmak ve duygulara kapılmamak tartışmanın adabı arasındadır. Münazaranın özünü istişare oluşturur ve istişare sadece doğruyu ortaya çıkarmak içindir; bu da ancak temiz bir kalp, düşünceli olma ve insafla gerçekleşir. Tartışmalarda çeşitli hile ve aldatmacalara başvurmak kesinlikle yasak olmakla birlikte eğer karşı taraf böyle bir yola başvuruyorsa buna müsaade edilebilir. Olumlu bir havada geçen münazaranın tek başına yapılan tekrar ve çalışmadan daha faydalı olduğunu söyleyen Taşköprülüzade, tartışma ile ilgili tavsiyelerini şu sözlerle tamamlar ””Demişlerdir ki ”Bir saat münazara bir ay mütalaadan hayırlıdır. ”” 1 On sekizinci yüzyıl ortalarında Osmanlı medrese müfredatı üzerine yazılmış Kevakib-i Seb”a adlı eser öğrencilerin, haftada her biri bir kaç satırdan oluşan beş ders okuduklarını, her derse, bir gün önce, sekiz dokuz saat çalışarak hazırlandıklarını ve hoca metnin anlamını verdikten sonra tüm öğrencilerin görüşünü hocaya söyleyerek konuyu dört-beş saat tartıştıklarını Yine aynı eser müderrislerin, okuttukları derslerle ilgili herhangi bir konuyu öğrenciler arasında tartışmaya açtıklarını ve farklı fikirleri savunan taraflar arasında hakem olup kendi görüşlerini söylediklerini Osmanlı medreselerinde tartışmaya geniş yer veren pek çok kitap veya dersin okutulduğunu görmekteyiz. Bunlar arasında adab ilmi sadece tartışmaya hasredilmiş olması sebebiyle diğerlerinden daha önemlidir .Genelde bu ilim müfredatta mantıktan sonra, fakat kelam, usul ve fıkıhtan önce yer almaktaydı. Dolayısıyla mantık ile diğer ilimler arasında bir köprü vazifesi görmekteydi. Kevakib-i Seb”a ”ya göre bu ilmin amacı tartışma ve araştırmalarda yanlıştan korunmayı sağlamak içindir mubahesede haşadan ihtiraz içün. İleri seviyede mantık kitaplarından olan Şems”iyye, şerh ve haşiyeleriyle birlikte okunduktan sonra öğrencinin delil getirme ve tartışmaya olan kabiliyeti ortaya çıkmaktaydı. Bu yüzden Şems”iyye adeta öğrencinin bir mihenk taşı olarak kabul Bu aşamadan sonra öğrenciler adab ile ilgili kitapları okumaya yönelirdi Okunan kitaplar arasında Taşköprü Şerhi, Mes”ud-i Rumi, Hüseyin Efendi, Kadı Adud Metni, Şerh-i Hanefiyye ve haşiyesi Mjr Adab”ul-bahs sarf, nahiv ve mantıkla birlikte muhtasarat denilen dersleri Burada dikkati çeken husus iyi bir mantık eğitiminden sonra öğrencilerin tartışmaya hasredilmiş kitapların tetkikine geçmeleridir .Yukarıda da belirtildiği gibi, öğrenciler karşılıklı müzakere ve tartışma yapmak için bu ilmin okutulmasını beklemiyorlardı. Fakat diğer derslerde konulan iyice kavramak için yapa geldikleri tartışmayı bir ilim olarak herhangi bir disiplinin sınırlarına bağlı kalmaksızın genel bir açıdan inceliyorlardı. Osmanlı ulemasının ilimlerin sınıflandırılması ve içerikleri üzerine yazdıkları eserlere başvurduğumuzda farklı isimler altında eleştirel düşünme ve tartışmayla yakından ilgili pek çok ilimle karşılaşmaktayız. Bunlar arasında, adabu”l-bahs”in yanı sıra, ilm”un-nazar, ilmu”l-hilaf, ilm”ul-cedel ve ilmu”lmünazara sayılabilir. Bu konuda eser yazan Taşköprülüzade, Katip Çelebi ve Nevi” Efendi gibi Osmanlı alimleri bu ilimlerin içerikleri hakkında bilgiler ermektedir . Taşköprülüzade aklı kavramları inceleyen alet ilimlerini iki kısma ayırır. İlk kısım bilgi elde etmede hatadan koruyan mantık ilmidir. Diğer kısma giren ilimler ise ders işlenişinde ve tartışmada hatalardan koruyan nazar, ders adabı, cedel ve hilaf ilimleridir. Nazar ilmi tartışmalarda kullanılan dili araştırır ve konusunu deliller ve delillerin nitelikleri oluşturur. Faydası tartışma melekesini geliştirmektir. Bu ilmin amacı doğruyu açık bir şekilde ortaya çıkarmaktır. Taşköprülüzade bu alanda yazılan muhtasar kitaplar arasında Kadı Adud”udDin”in Risalesi, tercümesi ve şerhlerini, Semerkandi”nin Risale”si, şerhleri ve haşiyelerini sayar. 7 Araştırma ve tartışmalarda yanlışlardan koruyan diğer bir ilim cedeldir. Taşköprülüzade”ye göre cedel aklı ilimlerin bir çeşididir, fakat aynı zamanda usul ilminin alt dalları arasında yer Cedel her hangi bir tezi ispatlama veya çürütme yollarını araştıran bir ilimdir. Cedel aynı zamanda nazar ilminin alt dallarından olup, hilaf ilmine kaynaklık eder. Taşköprülüzade”ye göre cedel ilmi netice itibariyle mantığın bir kısmı olan diyalektiğe dayanır; aralarındaki tek fark cedelin dini ilimlere has olmasıdır .Cedel kullandığı. öncüllerin bir kısmını nazar ilminden, bir kısmını hitabetten ve diğer bir kısmını ise günlük meselelerden alır . Aynı zamanda adabu”l-bahs olarak meşhur münazara ilminden de yardım almaktadır. Amacı ispatlama ve çürütme melekelerini geliştirmektir. Teorik ve pratik ilimlerde muhaliflerin karşıt delillerini reddetme ve şüpheleri giderme açısından oldukça Hem Taşköprülüzade”ye hem de Katip Çelebi ”ye göre cedel ilmine münazara ilmi demek mümkündür, çünkü her ikisi de aynı anlama gelmektedir. Fakat cedelin alanı münazaradan daha sınırlıdır. Zaten İbn Haldun”un Mukaddime”sindeki ifadeler de bunu desteklemektedir ””Cedel fıkhi ve diğer mezhepler arasında geçen münazara adabını bilmektir.”” 10 Bazı alimler cedeli, insanı fıkıhtan uzaklaştırması, ömrü zayi etmesi vahşet ve düşmanlık doğurması sebebiyle yasaklamışlardır. Taşköprülüzade burada kastedilen cedelin vakit öldürmekten başka faydası olmayan tartışmalardan ibaret olduğunu söyler. Ona göre doğruyu ortaya çıkarmak hedeflendiği sürece, ayette zikredilen ””onlarla en güzel şekilde tartış”” Nah1 125 emri gereğince, cedelde bir mahzur bu ilim zihinleri keskinleştirmek ve hafızayı güçlendirmek açısından oldukça Taşköprülüzade eserinde ilm-i marifet-i cedeli ”I-Kuran başlığıyla bir ilimden de bahsetmektedir, Kuran”ın her türlü akli ve işitmeye dayalı burhan ve delilleri içermesi sebebiyle, ondaki delillerin de araştırılması bu ilmin konusunu oluşturur. Fakat bu deliller kelamcıların metotları üzere olmayıp okuma yazma bilmeyen Arapların adetleri üzeredir. Kuran”ın genel halkı muhatap alması sebebiyle onda kapalı ifadeler , teknik terim ve deliller bulunmaz, çünkü bunlar halk tarafından Cedelle yakından ilgili diğer bir ilim ilmu”l-hilaftır. Taşköprülüzade”ye göre hilaf ilmi fıkıh mezhepleri arasındaki tartışmalı konuları inceler. Bu iki ilim arasındaki fark şudur cedel, hilaf ilmindeki delillerin içeriklerini araştırır , hilaf ise delillerin şekilleriyle Katip Çelebi de hilaf ilminin amacının şer”i delilleri ortaya koymak, şüpheleri gidermek ve kesin ispatlarla karşıt delilleri tenkit etmek olduğunu söylemektedir. Nev”i Efendi ise hilaf ilmini dindeki fikir ayrılıkları açısından ele almaktadır .Ona göre inançla ilgili konularda fikir ayrılıklarına düşmek uygun değildir, çünkü bu alandaki bilgi zanna dayalı olmayıp kesin bilgidir. İtikadi alanlarda doğru tektir; ameli alanda ise fikir ayrılıkları mümkündür, hatla bu alandaki fikir ayrılıkları İslam ümmeti için bir Nev”i Efendiye göre, ihtilaf düşünme ve düşünceyi zorlar; ihtilaf olmadığında zihin tembelleşir bu da dine zarar Hilaf ilmi kaynaklarını cedel ilminden alır. Nev”i Efendi bu bölümü cedelin amele mani olacağını ihtar eden bir kıta ile bitirir .16 Taşköprülüzade’den nakille Katip Çelebi Adabu”l-bahs”in iki tartışmacı arasındaki şartları araştırdığını söylemektedir. Amacı şüpheye mahal bırakmaksızın doğrunun ortaya çıkarılmasıdır. Adab akli ilimlerdendir ve usul ilminin alt dalları arasında yer alır. Bu ilme ilm al-münazara da denilmektedir. Tartışmacılar arasında sözün nasıl söyleneceğini araştırır ve konusunu, iddia sahibinin tezini ispatlarken kullandığı deliller oluşturur .Bu ilmin prensiplerinin doğruluğu kendinden bilinebilir ve amacı hatadan korunmak, doğruyu ortaya çıkarmak için tartışma melekesini sağlamaktır. 17 Katip Çelebi İbn Sadreddin’den yaptığı bir alıntıda adab ilminin bütün ilimlere hizmet ettiğini çünkü amacının doğruyu ortaya çıkarmak ve hasmı ilzam etmek üzere bir konuyu her iki taraftan da incelemek olduğunu söyler. Zaman içinde fikir ve bakış açılarının birikimi, zihin ve mizaçların farklılaşması sebebiyle ilmi konular çoğalır. Dolayısıyla görüş ayrılıklarını, ve bu ayrılıkların ifade ediliş şekillerini kabul ve ret açısından inceleyen bir ilme ihtiyaç vardır Kabul ve reddin kurallarını araştıran bu ilim, Osmanlı medreselerinde tartışma ve eleştirel düşünmeyi konu edinen veya dolaylı olarak içeren dersler hiç de küçümsenecek bir bölüm teşkil etmez. Bu ilimlerin muhtevalarının ve birbirleriyle olan ilişkilerinin daha ayrıntılı bir biçimde incelenmesi ve ortaya konması gerekmektedir. Biz burada sadece bu ilimlere işaret etmekle yetindik. Görüldüğü gibi Osmanlı medreselerinde okutulan dersleri ve derslerin işleniş şekillerini sadece ezbere dayalı olarak değerlendirmek doğru değildir. Şimdi bu ilimlerden tartışmayı ve eleştirel incelemeyi konu edinen adab”ul-bahs ve”l-münazaranın içeriğine kısaca değinelim. ADAB KİTAPLARINDA İŞLENEN KONULAR Osmanlı döneminde adab üzerine yazılan onlarca eseri, şerh ve haşiyeleriyle birlikte içerik açısından burada değerlendirebilmek imkansızdır Bu yüzden son dönem Osmanlı alimlerinden Ahmed Cevdet Paşa”nın Adab-ı sedad adlı eserinden hareketle bu derste okutulan bazı konulara değineceğiz. Ahmed Cevdet Paşa tartışmaları düzenleyen ve bu konudaki kuralları araştıran ilmin ilmi adab-ı bahs veya ilm-i münazara olduğunu söyler. Bu ilim bir tezin nasıl doğru bir şekilde savunulacağı öğretir ve tartışmacılar bu ilmin kuralları sayesinde tartışmalarda hatalardan korunur. Ayrıca tartışına ilmi diğer İslami ilimlere bir giriş özelliği taşır .Bu ilmi çalışmayan kimse felsefe, kelam ve hukuk metodolojisi ilimlerini gereği gibi Adab ilminde tartışmalar bir soru soran sa ”il ve bir cevap veren mucib olmak üzere iki kişi arasında geçen karşılıklı konuşmaya dayalı bir çerçevede incelenir. Tartışmada sorular öğrenmek maksadıyla sorulmaz, dolayısıyla bu türden sorular adab ilminin sınırları dışında kalır. Tartışmacının sorusu bir itiraza dayalıdır ve ””hasmanedir””.20 Adab ilmi bir takım ilkelerden hareketle tartışmayı düzenler ve bu ilkelerin ilki her tezin bir delilinin olması gerektiğidir “Delilsiz dava tahakkümdür. Tahakküm ise mesmu” değildir .” 21 Dolayısıyla her teze delil istenir Yalnız herkes tarafından bilinen ve doğruluğu kabul edilen bedihi konular bu ilkeye istisna teşkil eder Mesela bir önermenin hem doğru hem yanlış olamayacağı Her tezin ispatlanması için bir delile ihtiyacı olduğu gibi, bir delil olmaksızın bir tezi veya davayı reddetmek de mümkün değildir ve mükabere adı altında yasaklanmıştır. Mükabere, tartışmalarda doğruyu bulmaya yardımcı olmayan sözlerdir .Akla dayalı ilimlerde ortaya konan ilke veya aksiyomlar evveliyyat, doğuştan herkesin kabul ettiği bilgiler fıtrıyyat ve yine herkes tarafından kabul edilen tecrübeye dayalı bilgiler için de tartışmada delil getirmek gerekmez. Bu konulara delil istemek veya karşı çıkmak, Mesela güneşin doğuşunu veya İstanbul diye bir şehrin varolduğunu inkar etmek anlamsızdır. Hatta içsel duyum müşahede, sezgi, ve geniş kesimler tarafından kabul edilen tarihi bilgiler de bu kısma dahildir. 23 Tartışmalarda ortak referans alanı mantıktır. Mantık kurallarına uymayan deliller veya tezler kabul edilemez. Delillerde ilk aranan husus kıyasın şekli şartlarına uygunluktur. Buradaki şekilden kasıt klasik mantık kitaplarında belirtilmiş gerek kategorik mantığın, gerekse şartlı önermelerden oluşan kıyasların şekilleridir. Tartışmalarda diğer bir referans alanı tartışmacıların bağlı bulundukları inanç ve düşünce sistemleridir. Mesela bir kelamcının evrenin sonradan yaratıldığına karşı çıkması veya bir felsefecinin evrenin yaratılmamış olduğunu inkar etmesi de tartışmada kabul Düşünme hataları olarak değerlendirebileceğimiz bazı konular adab kitaplarında sistematik olarak bir başlık altında işlenmemiş fakat bölümler arasından serpiştirilmiştir. Bunların en önemlileri arasında, sonucun öncüllerin bir parçası olarak kabul edilmesi gelir. Tartışmada böyle bir hareketin yasaklanmasının sebebi, kısır döngüleri doğurmasıdır. Örnek olarak ””Alem ezelidir , çünkü sonradan yaratılmamıştır”” şeklindeki argüman verilebilir .25 Aslında kısır döngüler bizatihi düşünme yanlışı olarak kabul edilmez. Mesela baba kavramı çocuk kavramını gerektirdiği gibi çocuk kavramı da baba kavramını gerektirir. Dolayısıyla ”baba” ve ”çocuk” döngüsel olarak birbirlerini gerektirirler ve bir düşünme hatası içermezler Her babanın bir çocuğu vardır çünkü her çocuğun bir babası vardır. Kısır döngünün yanı zincirleme sonsuza götüren deliller de şekil yönüyle değil, içerik yönüyle tenkit edilirler. Sebeplerin sonsuza kadar gitmesi felsefeciler ve kelamcılar tarafından kabul edilemez fakat sayılar için bu anlamda bir sınır koymak mümkün değildir. Bir tartışmada karşı tarafa yönelik üç ayrı yöntem takip edilebilir. Bunlar sırasıyla, engelleme men”, nakz ve muarazadır. Bir davaya delil getiren kimseye bu delil kabul edilemez diye yapılan itiraza ”engelleme” denir. Engelleme belirli öncüllere delil veya açıklama istemektir. Bu, öncülü ””kabul etmeyiz”” diyerek kısaca yapılabileceği gibi, niye delil veya açıklama istendiği de soruda belirtilebilir. Eğer soruda böyle bir belirleme varsa bu senetli engelleme olarak adlandırılır. Senedin kapsamı engellenenin kapsamına ya eşit ya da ondan daha dar olmalıdır. Eğer daha geniş olursa faydası olmaz. 16 Ayrıca engellemeyi yapan kimsenin şahit veya delil getirme yükümlülüğü Tartışmada takip edilen ikinci yöntem nakzdır. Eğer soruyu soran kimse öne sürülen delilin batıl olduğunu başka bir delille ispatlarsa bu itiraza nakz denir .Bir delilin iptali için getirilen delil iki kısma ayrılır 1 Karşı tarafın delilinin onun tezini desteklemediğini gösteren bir delil, 2 Karşı tarafın delilleri arasında bir çelişki, döngüsellik veya delillerin zincirleme sonsuza gitmesi gibi hataları içerdiğini gösteren bir delil. Fakat yukarıda da geçtiği gibi her döngüsel ve sonsuza götüren delil geçersiz Tartışmalarda kullanılan üçüncü yöntem muarazadır. Eğer itiraz delile değil de tezin kendisine olursa, yani bir delille tezin yanlışlığı ispatlanırsa buna muaraza Muaraza üç şekilde gerçekleşir 1 Bir teze karşı çıkanın getirdiği delil, savunanın deliliyle şekil ve içerik itibariyle aynı olabilir; Mesela ahirette Allah”ın görülüp görülemeyeceği konusunda, Ehl-i Sünnet, Mutezile”yle aynı ayetleri zıt tezlerine delil olarak kullanırlar. ””Gözler onu idrak ihata edemez; O gözleri idrak ihata eder.”” En”am, 103 2 Tarafların getirdiği deliller şekil itibariyle farklı fakat içerik itibariyle aynı olabilir; Mesela felsefecilerin “Alem her şey halde alem kadimdir”” deliline karşı kelamcılar, “Alem değişkendir. Hiçbir değişken kadim kadim değildir”” şeklinde karşılık verdiklerinde, her iki tarafın delilleri şeklen aynı fakat içerik itibariyle farklıdır .3 Son olarak tarafların delilleri şekil itibariyle aynı, içerik itibariyle farklı olabilir. Felsefecilerin yukarıdaki deliline kelamcılar “Alem değişkendir. Hiçbir kadim değişken değildir. Alem kadim değildir” diye karşılık verdiklerinde iki delilin şekilleri farklı fakat içerikleri aynı olduğu için bu gruba Sıralamada en güçlü muarazadır, daha sonra nakz ve en son olarak engelleme gelir .Engelleme itirazın en zayıfı fakat en eminidir .Diğer yöntemlere göre doğruyu ortaya çıkarmada daha faydalıdır. Taraflar engelleme, nakz ve muaraza arasında en uygun olanını kullanırlar. Engellemenin yeterli olduğu yerde diğerlerine başvurmak tehlikeli Engelleme surlar içinde savaşmak gibidir. Nakz ve muaraza ise açık alanda düşmanın üzerine hücum etmeye benzer. Engelleme bir tezin veya delilin yanlış değil kapalı olduğunu gösterir Bir delili nakzetmek o delilin yanlış olduğunu gösterir fakat bir delilin yanlış olması tezin yanlış olmasını gerektirmez. Başka bir ifadeyle ””delilin butlanından davanın butlanı lazım gelmez.””32 Tez delilden daha genel olabilir ve başka bir delil onu ispatlayabilir. Sorgulayan kimsenin karşı tarafı susturmasına ifham tersine ilzam denir. İlzam ifhamdan daha güçlüdür çünkü engellemek kolaydır fakat İspatlamak Adab kitapları mantık merkezli tartışma metodunu genelde ahlaki olarak nitelendirebileceğimiz bir takım kurallarla bitirirler. Bu kuralları yaklaşık on başlıkta toplamak mümkündür 1 Söz uzatılmamalıdır, 2 Söz manasını eksik bırakacak derecede de kısa tutulmamalıdır, 3 Tartışmada kapalı ve yabancı lafızlardan kaçınılmalıdır , 4 Karşı tarafın sözünü anlamadan müdahale etmemelidir, 5 Konu dışı söz edilmemelidir, 6 Gülmek, sesi yükseltmek gibi taşkınlıklardan kaçınılmalıdır , 7 Karşı tarafı küçük düşürücü söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır, 8 Karşı tarafın sözünü kesmemelidir, 9 Tartışma meclisini yönetenler tartışmanın düzenli bir şekilde geçmesini temin etmelidirler,10 Tartışma adabı ve kurallarını bilmeyen kimselerle tartışmamalıdır. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Medreselerde okutulan adab derslerinin temel hedefleri arasında öğrenciyi araştırma ve tartışma tekniklerine alıştırma, mantığın teorik konularının temel İslami ilimlere nasıl uygulanacağını gösterme vardır. Bu sebeple adab ilmine uygulamalı mantık veya yabancı literatürdeki karşılığıyla “informel” mantık da denilebilir. Adabla ilgili eserlerde işlenen konular arasında mantık hataları, kısır döngü, teselsül, konuyla ilgisizlik, delilin tanımı, itirazın çeşitleri, delil ile tez arasındaki ilişki, tanımla ilgili sorunlar, şartlı önermeler ve çeşitleri ve tartışmada uyulması gerek kuralların bulunduğunu gördük. Bu konular bir yönüyle mantık felsefesini ilgilendirir. Medreselerde klasik dönemde okutulan tartışma metoduyla ilgili eserlerin incelenmesi Osmanlı bilim tarihinde mantık felsefesiyle ilgili gelişmelere de kısmen ışık tutacaktır. Tanzimat döneminde tartışma metoduyla ilgili yazılan eserlerin çoğu Türkçe kaleme alınmıştır. Ahmed Cevdet Paşanın Adab-ı Sedadı ve Ali Rıza Ardahani”nin Mi”yar el-Münazara”sı bu eserler arasındadır. Bunda Tanzimat”tan itibaren Türkçe’nin bir ilim dili olarak yaygınlaşmasının rolü vardır Bu dönemde yazılan eserlerinde göze çarpan diğer bir husus verilen örneklerin bir kısmının günlük hayattan olmasıdır. Avrupa toplumunun çalışkanlığı, kaşık kullanmanın veya iç çamaşır giymenin bidat olup olmadığı gibi sosyal ve dini içerikli örnekler,teoriyle pratik arasında bir bağ kurmaya yönelik çabalar olarak değerlendirilebilir. Sonuç olarak İslam geleneğindeki tartışma teorisi Osmanlı medrese eğitim sisteminde olgunlaşarak eğitimde önemli bir rol oynamış ve eleştirel düşünce ezber ve tekrara rağmen varlığını sürdürmüştür. ——————————————————————————— *Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi 1-Taşköprülüzade Ahmed Efendi, Mevzu”atu”l-Ulum. Terc. Kemaleddin Muhammed Efendi 2 Cilt İstanbul Dersaadette İkdam Matbaası, 1313, c. 1, s. 63 2- Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim. 2 cild. İstanbul. İz Yayıncılık, 1997, c 1, s. 763 3- 4- 5- 6- , 7- Taşköprülüzade, Mevzu”atu”l-”Ulum, 8- ayrıca bkz c 2 s 250. 9- ayrıca bkz. Katip Çelebi. Keşfu”z-Zunun 3 cilt. İstanbul Milli Eğitim Basımevi, 1971 , s. 579-580. 10- Katip Çelebi, Keşfu”z-Zunun, 11- Taşköprülüzade, Mevzu”atu”l-”Ulum, Katip Çelebi , Keşfu”z-Zunun, s. 580. 12- Taşköprülüzade, Mevzu”atu”l-”Ulum, 13- c. 2, s. 250. 14- Nev”i Efendi, İlimlerin Özü Netayicu”I-Funun Ömer Tolgay. İstanbul. İnsan Yayınları, 1995, 15- s. 175. 16- Netice hasıl olmaz bu cedelden, Seni bu vehm-i ilmi kor amelden. S. 182. 17- Katip Çelebi, Keşfu”z-Zunun, , 18- , Katip Çelebi Samarkandi”nin Adab risalesi”nin üzerine yazılmış şerh ve haşiyelerin bir liste sininin yanı sıra Adudu”d-Din İci”nin on satırdan oluşan eserinin tamamını ve onun şerh ve haşiyelerinin listesini vermektedir. Daha sonra beş tane daha adab kitabının ismini sıralıyor ki Taşköprü Risalesi bunlar arasındadır Bkz. , s. 39-41. 19- Ahmed Cevdet Paşa, Adab-ı Sedad, Mantık Metinleri içinde. 2 cilt Haz Kudret Büyükcoşkun. İstanbul İşaret Yayınları, 1998, c. 2, S. 112. 20- s. 111. 21- s. 113. 22- s. 113. 23- 24- 25- 26- 27- Mehmed Halis, Mizanu”l-Ezhan, Mantık Metinleri içinde 2 Cilt Haz Kudret Büyükcoşkun. İstanbul İşaret Yayınları, 1998, 28- Ahmed Cevdet Paşa, Adab-ı Sedad, s. 128-30. 29- 30- 31 – 32 – 33-
osmanlı medreselerinde eğitim veren kişi