Uzakolmayı seviyorum. Ne hissettiğimi açıklamadan yaşamayı, yalnız başıma oturmayı. Kendi sessizliğimde dinlenmeyi seviyorum. Ama bazen öyle anlar oluyor ki kafamı bir omuza yaslayıp biraz dinlenmek istiyorum. biacaip 33,731 likes13 talking about this. Yaşa, Keşfet, Öğren, Eğlen İstedim ki kızımla yolculuğumuz esnasında yaşadığım, okuduğum, kaydettiğim şeyleri paylaşayım. 2009 yılında dahil olduğu andan itibaren yaşamımızı daha da değerli kılan kızım sayesinde masallar, çizgi filmler ve illüstrasyonların tam ortasında yer alarak daha da mutlu bir anne oluverdim. Masaya hep birlikte oturuyoruz ve ben onun eliyle yiyebileceği şeyleri köfte, bezelyeler, haşlanmış havuçlar, örneğin sebze çorbasının susuz kısımları, pilavlar vb önüne koyuyoruz. Sadece sulu şeyler varsa çorba gibi, ben kaşıkla yediriyorum ama yanında mutlaka onun da yiyebileceği şeyler koyuyorum. Dökülüp saçılıyor. Kıllanan Kadın. Yapım gereği pek çok şey sinirimi bozuyor. Yani bardağın hep boş yarısını görenlerdenim aslında. Öte yandan çok gülen, gülümseyen bir insan olduğumdan, hayatı hep Pollyanna gibi karşıladığımı düşünür pek çok kişi. Halbuki çocukluğumda en çok sinir olduğum romandı. Annem de hep onu örnek bitterdelisi24halam şey derdı hep erkelere ,parmak kadar şeyleri var türlü türlü huyları var derdi 🙈🙈. Hepsinin huyu başka, napalım sevıyoruz işte, yoksa çekilicek dert değil derdi 😂😂 1bzFac. 8 Cevaplar 28 Haziran 2022 misafir tarafından cevaplandı Sorun olmazsa başka tatlarda ekle Bugünkü menümüz böyleydi bizim 14 aylık oğlum İrmik Yumurta sarısı beyazına alerjisi var Bal Muz İrmiği pişirdim haşladığım yumurtayı ezdim çatalla irmiği ekledim içine bal muz ekledim severek yedi İlgili sorular 264,639 soru 7,814,122 cevap 28,044 kullanıcı Bana bu konuda çok soru geliyor. Ana fikri “Çocuğuma bağırdım, kendimi çok kötü hissediyorum. Sizce hata mı yaptım?” olan çok soruyla karşılaşıyorum. Hatta benim de kızıp kızmadığım soruluyor hep. Cevabım aynı Sizce kızmayan anne var mı? Şiddete kesinlikle karşıyım. Bu şekilde mesajlar geldiğinde ne diyeceğimi bilemiyorum. “Çocuğumu sarstım” cümlesi karşısında sus pus oturuyorum. Üzülüyorum. Psikolog, pedagog değilim. Yanlış yönlendirmekten korkuyorum. Cevap verirken mutlaka bir uzmana danışılması gerektiğini söylüyorum. Bu yüzden Çocuk Gelişim Uzmanı arkadaşım Tuğçe Acaröz Oğuz ile konuştuk, bir şey yapalım dedik. Çünkü ben vakti zamanında çok aradım onu. Çok bunalttım. “Kızdım, bir şey olur mu?”, “Bir haber aldım, moralim bozuldu, beni ağlarken gördü, etkilenir mi” gibi onlarca soru sordum. Her seferinde sakinleştirdi beni. “Benim de bir insan olduğumu, duygularımı saklamamın başka sonuçlar doğuracağını” söyledi. Rahatlattı. Doğruyu, yanlışı anlattı. Eğer bu konuyla ilgili aklınıza takılanlar varsa, ister bloga yorum olarak yazın sorunuzu, isterseniz de Facebook sayfamdaki gönderiye ya da Instagram’daki fotoğrafa… Hepsini yanıtlayacak Tuğçe… Kısacası, çocuklara bağırmak, kızmak ile ilgili sorularınız varsa, siz 1 Şubat Pazartesi gününe kadar sorun, cevapları işin uzmanı, Tuğçe’den dinleyelim… “Çocuğum çok zayıf, hiçbir şey yemiyor” diyenlerden biriyseniz, çocuğun yemek alışkanlıklarını yeniden ele almak iyi olabilir. İşte 10 adımda çocuklara doğru yemek alışkanlıkları kazandırmanın yolları… 1- Yemek yemek oyuna ve ödüle bağlı olmamalı Yemek yemek bir oyun değil, gereksinimdir. Çocuğun istenilen yemeği yemesini teşvik etmek için bir ödül sunmak, onun yemekle bağ kurmasının önüne geçer. Aynı şey oyun için de geçerlidir. Oyunla yemek yemek dikkati başka yöne çeker ve çocuğun doyma hissinin farkında olmamasına sebep olabilir. Çocuğun, yemeği sağlıklı olmak, ihtiyaç duyduğumuz enerji ve besin maddelerini almak için yediğimizi bilmesi gerekir. Oyunla, dikkat dağıtarak veya ödül-ceza sistemiyle yemek yedirmek, yemek yemekle ilgili algılarını olumsuz yönde değiştirir. Yemeğin ödül ve ceza ile bağlantılı, herhangi bir koşula bağlantılı olduğunu değil, sağlıklı ve iyi olmakla ilgili olduğunu öğrenmesi gerekir. 2- Çocuğa bakan kişilerin yemek alışkanlıklarını gözden geçirmeli Sağlıklı beslenme alışkanlıklarını evde herkesin benimsemesi gerekir. Her şeyden önce evdeki yetişkinlerin ve bakıcı, büyükanne gibi bakım veren kişilerin çocuğa örnek olması gerekir. Çocuk evin bir parçası olduğu için, yaşamındaki yetişkinler farklı şeyler yiyebilirken ona ayrıca sebze yedirilmeye çalışmasına tepki gösterebilir. Sofra, herkesin birlikte keyif aldığı ve besleyici yiyeceklerin bulunduğu bir ortam olmalıdır. “Oğlum hiçbir şey yemiyor.” “Kızım sofraya oturmak istemiyor” diyorsanız, öğün zamanları geldiğinde nasıl çocuğun nasıl bir ortamla karşılaştığını bir gözden geçirin. 3- Ekran karşısında yemenin zararlı olduğunu unutmayın Yemek zamanı geldiğinde TV’nin kapatılması, tablet ve telefonların sofradan uzak tutulması, sağlıklı yemek alışkanlıklarına giden ilk adımlardan biridir. Her çocuğun yeme hızı ve yemeğe, yeni şeyleri denemeye ilgisi farklı olabilir. Bir çocuğun yiyecekle ilişkisi koku, renk, tat ve dokularla olur. Bir besini alması için ekranla oyalanarak yedirilen bir çocuk, besinle iyi bir ilişki kuramaz. Bu da yediği şeyin farkında olmasının önüne geçer. Oyalanarak yemek, öğün saatlerinin sarkmasına da yol açar. Çocuğun dikkatinin merkezinde yiyeceği yemek olmalı, sohbet gibi diğer unsurlar sofra keyfinin bir parçası halinde kalmalıdır. Çizgi film izlemek veya tabletten video izlemek, odağı yemek yeme deneyiminden uzaklaştırır. 4- “Sofraya oturmak istemiyor, başka yerde yemek istiyor” Çocuğunuzun sofraya oturtmakta zorlanıyorsanız, sofranın ilgi çekici ve keyifli bir ortam olması işinizi kolaylaştırır. Yemek yerken sempati yaratacak detaylar, zaten oyunla yaşayan çocuklar için keşfedilecek yeni şeyler sunar. Yemek hazırlıklarını ve sofra detaylarını, yemeği sevdirmek için olumlu birer araca dönüştürebilirsiniz. Sofrayı birlikte kurabilir, seveceği peçete ve tabaklar alabilirsiniz. Sofra, ailede tartışmaların yaşandığı gergin bir yer haline geldiyse, bu durumu da yeniden ele almak gerekir. Sofrayı tekrar keyifli bir yer haline getirmek için birkaç küçük yeni detay ekleyebilirsiniz. Öte yandan özellikle hareketli yapıdaki çocuklar için sofraya oturmak sıkıcı olabilir. Etraflarındaki her şey ilgilerini çekebilir. Hareketli ve yoğun bir yaşamınız varsa çocuğunuzun sofra ile bağını tekrar kurması için birkaç sakin akşam yemeği organize edebilirsiniz. Özellikle yeni bir yiyecekle tanışan çocukların süreye ihtiyaç duyduğunu da hatırlatmak gerek. 5- “Dolaşarak yemek yiyor” Yemek, oturularak yenilir. Ayakta yemek yemenin zararları artık birçoğumuz tarafından biliniyor. Ne var ki bazı çocuklar yemek esnasındaki konuşmalarla bir çağrışım yaşayıp size bir oyuncağını göstermek, bir olayı anlatmak için ayağa kalkmak isteyebilir. Çocuğu hareketli doğası ile sofrada oturtmak zor olabilir. Ona nazikçe “Bunu çok merak ettim. Yemekten sonra bana anlatır mısın?/Gösterir misin?” diye yönlendirebilirsiniz. Tuvalete gitmek gibi bir sebeple sofradan kalkan çocuğun, araya fazla süre girmeden dönmesine dikkat etmek de iyi olur. Yemek masası mekanik ve sessizce yemek yenecek bir yer olduğunda sofra keyfi de azalır. Aile üyelerinin günü değerlendirdiği, birbiriyle yüz yüze görüştüğü bir yerdir. Bu bakımdan dengeyi tutturmak da önemlidir. 6- “Kızım/oğlum her yemeği yemiyor” “Çocuğum her yemeği yemiyor” cümlesi birçok anne babanın problemini yansıtır. Her bireyin olduğu gibi çocukların da kendilerine özgü damak zevkleri vardır. Ne var ki yemek seçen çocuklar için ayrı yemek pişirmek, size zaman ve emek olarak sürdürmesi zor bir yola sokabilir. Çocuklar her yemeği sevmeyebilir ve o günün menüsü de çocuğunuz için cazip olmayabilir. Çocuğunuzun rafine bir damak zevkinin olması olumludur ancak çocuğa göre yemek pişirilmesi, zaman içinde geri dönülmesi zor bir alışkanlığa da dönüşebilir. Yemekleri biraz farklı bir tarzda pişirmek için denemeler yapabilirsiniz ancak çocukların herkes için pişen yemeklerden yemesini teşvik etmek de önemlidir. 7- Ara öğünlere dikkat! Ara öğünlerin miktarı, ana öğünlerle aralarındaki süre önemlidir. Çocuğunuzun ara öğünler yüzünden iştahının kapandığını fark ediyorsanız size önerilen beslenme düzenini gözden geçirmeniz gerekebilir. Öncelikle ara öğünlerde aldıkları meyve ve karbonhidrat miktarına, ayrıca ara öğünler ve ana öğünler arasında geçen süreye bir bakın. Ara öğünler, atıştırma alışkanlığını güne yaymalarına sebep olursa ana öğünler için hazırlanan yemekler çocuklarınızın ilgisini çekmeyebilir. Ara öğünler için hazırlanan gıdalar ile ana öğünlerin içeriğinin dengeli olmasına gayret gösterin. 8- Miktar konusunda çocuğunuza güvenin Klasik bir ifade vardır “Bebeğin ne yiyeceğine anne, ne kadar yiyeceğine ise bebek karar verir.” Bir çocuğun hangi besinden ne kadar yiyeceğine karar vermesi, özgüven gelişimi için de önemlidir. “Doymadın” diyerek zorlamak, çocuğun kendi bedensel ihtiyaçları ile olan bağını zedeler. Yine de burada bir ince ayrım vardır. Çocuğun alması gereken protein, kalsiyum, vitamin ve mineral gibi besin gereklerinin sağlanması ve günlük beslenme planında bir denge sağlanması da önemlidir. Seçenekleri organize etmek ve sunmak yetişkinin işidir. Uykusuzluk, hastalık, genel yorgunluk gibi birçok etken iştah üzerinde etkilidir. Genel bir denge gözetmeniz sizin de işinizi kolaylaştırır. Çocuğunuzun hangi miktarlarda yediğini gözlemlemek için kendinize süre tanıyın. 9- Bulamaç yapmayın ama farklı tarifler deneyin “Blender bebekleri” lafını duymuşsunuzdur. Blenderdan geçirilmiş sebze püreleriyle beslenen bazı bebekler, uzun süre boyunca karışık sebze püreleriyle beslenme dolayısıyla sebzelerin tek başına olan tatlarını tanımıyor. Çocukların yemesi istenilen bir gıdanın farklı bir gıda içinde sunulması birçok durumda önerilmiyor. Çocuğunuzun sebze sevmesi için fırınlamak gibi farklı yöntemlerle pişirmek, değişik şekillerde kesmek, soslarla sunmak gibi yöntemler denemeniz iyi bir fikir olur. Ancak yedirmek için tanımadığı karışımlar sunmak onun için cazip olmaz. 3-4 yaşından itibaren yemek hazırlarken, sebzeleri yıkarken size yardım etmesi için çocuğunuzu teşvik edin. Bir sebzenin sofraya nasıl geldiğini görmek onunla tanışmak için iyi bir yoldur. Sofraya farklı çeşitler getirin ve birlikte deneyin, üzerine konuşun. 10- Aynı yiyeceklere takılıp kalmayın “Nasıl olsa besleyici, yiyor” diyerek hep aynı yiyecekler arasında takılıp kalmayın. Haftada 1 veya 2 gününüzü hiç denenmemiş bir tarife, tadına bakılmamış yemeğe ayırabilirsiniz. Çocuğunuz o güne kadar hiç yemediği bir sebzeyi bu yeni tarif sayesinde yemeye başlayabilir. Tadına bakmak, üzerinde yorumları paylaşmak öncelikle eğlenceli bir aktivite olur. Bu da yeniliklere açık olması, gerektiğinde alışkanlıkları gözden geçirmeyi bilen bir birey haline gelmesi için iyi bir yoldur. Besin çeşitliliği, gelecekte farklı ortamlara girdiğinde kendini beslemeyi öğrenmesi için de çocuğunuzun kazanması gereken bir kavramdır. * İş de yapsan, evinde de otursan, her dönemin kadınısın...- Sorma ya, bazen yaşını başını almış tipler yanıma gelip “Ben sizinle büyüdüm” falan diyor. Yaşlandığımın resmidir bu herhalde gülüyor. Aslına bakarsan çocukluğumdan beri ekranlardayım.* Şaka yapıyorsun! Senin çocukluğunda televizyon var mıydı?- Hah tamam, daha başından muhabbetin gidişatı belli oldu. Fazla kaşınma, bu düellodan sağ çıkmazsın kahkahalar.* Tamam tamam sustum. Çocukken ne yapıyordun ekranlarda?- Reklam filmlerinde oynuyordum. 6 yaşındayken Erol Taş’la “Ayrı Dünyalar” diye bir film çektim. Görmen lazım, çok tatlıydım. TRT’de hâlâ gösteriyorlar arada. Anlayacağın çocukluğumdan beri bu piyasanın içindeyim.* Çizgi film karakteri gibisin. Ne tipin değişiyor, ne halin ne de tavrın... Çocukluğundan niye hiç haberimiz yok peki?- Bilmem ki... Belki de kimse sormadığı içindir. * Ben sorayım o halde. Anan kim, baban kim, ne zaman ve nasıl “çıldırdın”?- Gülüyor Doğuştan çılgınım. Babam Kalkavan ailesinin en hası, en kültürlüsü, en şıkı, Oxford Felsefe-Edebiyat mezunu Nazım Kalkavan. Annem desen ayrı bir olay. “Basit insanlarız, herkes gibiyiz” diye anlatabileceğim bir ailem yok maalesef ki... Sadece onları anlatsam yazı dizisi olur. ANNEM BABA TARAFINDAN ABDÜLMECİT’İN TORUNU * “Mini dizi” kıvamında anlat bari Oxford’lu babanla, olay anneni...- Yanlış anlaşılmasın, Oxford’u falan övünmek amacıyla söylemiyorum. Sadece detay işte. Annem de mesela High School mezunu, köklü ve eski bir İstanbul ailesinin kızı. Aynı zamanda da Abdülmecit’in torunu.* Deli saraylının annesi eski saraylı...- Biz böyle şeyleri fazla anlatan insanlar olmadığımızdan anlatmamışımdır. Annem de asla kendini pohpohlayan bir kadın değildir. Murat Bardakçı kaç kere bu konuyu yazmak istedi de annem izin vermedi. Anlayacağın benimkiler diğer artist ailelerine benzemiyor.* Sen kendini artist olarak mı görüyorsun?- Soranlara “Artist oldum” UÇUĞA DA, KAÇIĞA DA SAPIĞA DA MARJİNAL DER OLDUK* Lügatımıza “marjinal” sözcüğünü sokan kadınlardan birisin. Rahatsız oluyor musun sana böyle hitap edilmesinden?- Normal ve herkes gibi olmadığım, sürüden ayrıldığım ve Türkler’e göre marjinal kabul edildiğim için Allah’ıma şükretmeliyim bence. Neredeyse memlekette dövme nedir bilinmezken dövme yaptırdım, marjinal oldum... Kimse yalnız yaşamazken yalnız yaşadım, marjinal oldum... Anlayacağın bizde ayıp-yasak-günah üçlemesinin içinden çıktığın zaman marjinalsin.* Sence ayıp-yasak-günah aslında diğer insanlara da cazip gelmiyor mu?- Zaten insanlar içten içe yapmak isteyip de yapamadıkları şeyleri sende görünce, hemen “marjinal” etiketini yapıştırıyorlar. Asla kötü bir kelime değil ama gitgide içini boşaltmışız biz. Artık uçuğa da, kaçığa da, sapığa da marjinal der olduk. BİNDİĞİM GEMİ BATSA DİYE HAYALLER KURARDIM* Tek başına yaşama fikri aileden bir kaçış mıydı?- Alakası bile yok. Ben kendimi bildim bileli yalnız yaşamak istedim. Gemiye bineyim, gemi batsın, bir adada mahsur kalıp Robinson Crusoe gibi hayvanlarla kendime bir hayat kurayım diye hayal eder dururdum hep. Ailenin asıl “marjinali” babam da beni çok özgür bıraktığı için hayalimi gerçekleştirmekte hiç zorlanmadım.* Daha çocukluktan kafa “gidikti” senin yani...- Gülüyor Hayatımın büyük bir kısmı hep doğa olmuştur. Ufacıkken tek başıma bahçede bütün gün hayvanlarla oynardım. * Yuvadan “uçtuğunda” kaç yaşındaydın?- 20 falandım işte.* Sanki isyan edip kaçmışsın gibi bir senaryo yazmıştım Yok ya, hatta ben evden ayrıldıktan sonra babam anneme, kardeşimi kastederek “Bu da gitse de biz baş başa kalsak” demiş. Bana hiç karışmadıkları için gerçekten çok şanslıyım.* Biraz abartıyorsun gibi geliyor. En rahat aile bile çocuğuna karışmadan Canım ufak tefek şeyler oluyordu tabii. Mesela dövme yaptırdığımda annem “Niye böyle silinmeyen bir şey yaptırdın? Hiçbir şeye kızmaz ama baban buna kızacak” ÇOK PARAMIZ VARDI AMA ARTIK YOK* Haklı çıktı mı bari Valide Hanım?- Babama gösterince, bana “Ah Bili’ciğim, ne de güzel olmuş, çok yakışmış” dedi.* Senin DNA’nda babanın genleri ağır basıyor Babam uçuğun önde gideniydi. 1914 doğumluydu, yaşasaydı 100 yaşında olacaktı bu sene. Bugün bile erkekler pembe gömlek giymeye çekinirken, babam o zamanlar pembe gömlekle dolaşırdı. Çok değişik ve güzel giyinirdi. Annem yazın ona şile bezinden kıyafetler diktirirdi. Müthiş fikirleri olan, sıra dışı bir adamdı ve arkadaşları da hep kendisi gibiydi. *Ne işle meşguldu bu “renkli kişilik”?- Vallahi bize “Armatörüm” diyordu ama ben ne bir gemi, ne de babamın çalıştığını gördüm. O yüzden inan bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum.*Paranız vardı ama değil mi?- Eskiden çok vardı ama artık yok. Babam yedi paraları gülüyor.Sana kala kala bir tek soyadı mı kaldı yani?- Eh biraz öyle oldu. Babam, zamanında Türkiye’nin en zengin adamlarından biriymiş. Fakat çalışmazdı. Yani bu konuda pek de iyi bir rol model değildi. Allah’tan bende içimden gelen bir çalışma alışkanlığı AYAKKABI, MASAYA KOL KOYMAK, PİPET KULLANMAK YASAKTI * Nasıl geçiyordu “baba ocağında” hayat?- Bütün gün evdeydim, öğleden sonra uykularımız vardı. Kardeşimle gürültü yapmamız, oyun oynamamız yasaktı. Konuşamazdık bile. Sofrada yemek servislerini garsonlar yapardı. Biz, mum gibi otururduk.* Daha beş dakika önce “özgürüm” demiştin... - Babam ailelerin normalde sert olduğu konularda çok rahat bir adamdı ama iş sofra disiplinine gelince hiç taviz vermezdi. Yemeğe otururken her zaman çok şık giyinmek zorundaydık, lastik ayakkabı giymek yasaktı, masaya kolumuzu koyamaz, pipetle asla bir şey içemezdik. * Billur “annesinin kızı” mı yoksa?- Ben hiç kimsenin kızı değilim aslında. Annem hep “Senin gibi bir kız nasıl doğurdum ben” der gülüyor.* Sen evde nasıl sofra hazırlıyorsun peki?- Hiç hazırlamıyorum ki! Çocukluğumuzda hep afili sofralarda oturduğumuz için bıkmışım herhalde öyle şeylerden. Eve yemek masasını bile Buğra’yla Bahadırlı beraber olmaya başladıktan sonra aldım. Kardeşimi sorarsan, o da evinde ayakta yiyor yemeklerini. * Sofra “travması” yaşıyorsunuz anlaşılan abla kardeş...- Hem de nasıl! Öyle nefret etmişim ki sofrada oturmaktan, bir yere yemeğe gittiğimde, tabağımdakiler biter bitmez “haydi kalkalım“ diye fırlarım. Buğra bir gün “Keyif yapıyoruz, niye hemen kalkmak istiyorsun?” diye sordu, “Sıkıntılıyım, kalkmam lazım” dedim gülüyor.* Ne çekmişsin be Billur!- Dalga geçme, millet de şimdi “böyle travma mı olur” diyecek zaten. Fakat şunu da belirtmek isterim ki, hayatta ne öğrendiysem babamın beni sıkan o sofralarında öğrendim. Resimden, sanattan konuşur; Latince lügatlar açıp kelimelerin kökenlerinden bahsederdi.* Off ben bile Çok konuşurdu zaten rahmetli. Annem “Babanın tıraşlarına senelerce katlandık” der hep gülüyor.HAYATIMI MAHVETMEMEK İÇİN ÇOCUK DOĞURMADIM* Senin çocuk yapmamanın sebebi kendi “marjinal” çocukluğun olabilir mi?- Kendi hayatımı mahvetmemek için çocuk doğurmadım ben.* Hoppalaaa! Bu nasıl laf şimdi? - Son derece gerçekçi bir laf. Çocuğun varsa önceliklerin değişir. İlk onu düşünmek zorundasın. Ben hayatımda kendimden önde kimse olsun istemedim. Ayrıca doğursaydım, çocuğum kesin ruh hastası olurdu.* Ona ne şüphe...- Ciddi söylüyorum. Mesela asla annem kadar rahat olamazdım ben. Çünkü küçük yaştan beri çok şey gördüm, geçirdim. Çocuğum gelip bana yalan söylese gözünden anlarım ne haltlar karıştırdığını. * Kalkavan ailesinin senin bu erken yaşlardan beri çok şey “görüp geçirmenden” rahatsız olup, soyadını değiştirmeni talep ettiği doğru mu?- Yok be, neden soyadımı değiştiriyormuşum? Kim böyle bir tehditte bulunabilir? Benden hoşlanmayan aile üyeleri vardı eskiden, hâlâ da vardır ama bu onların sorunu. Bana kimse gelip “soyadını değiştir” diyemez, çünkü benim dedem Rıza Kaptan, 1900 senesinde Rize’den İstanbul’a gelen ilk Kalkavan’dır.* Zaten anne de padişah soyundan...- Baba tarafından Abdülmecit’in torunu resmen. Anne tarafından Arnavutluk da var bende. Arnavut ve Laz karışımıyım anlayacağın. * Dadılarla, aşçılarla, uşaklarla büyüyen bir prenses...- Ama ne yazık ki, o prenses buraya gelmeden önce evini temizledi kahkahalar.* Geçmişteki o şatafatlı hayatı arıyor musun?- Ağlamaya başlarmışım şimdi gülüyor. Çok konforlu şartlarda büyümeme rağmen evin içinde birinin çalışmasına, kalmasına falan hiç tahammül edemiyorum. Haftada bir kere temizliğe gelen kızın gözünün içine bakıyorum gitsin diye. Ev işini kendim yapmayı çok seviyorum. * Temizliğin dışında neler yapıyorsun?- Aslında televizyon oyuncusu ve programcılığı yapıyorum ama bir senedir HERKES İÇİN ÖNEMLİ BEN SADECE DIŞA VURUYORUM* Seni karşıma alıp bu soruyu sormazsam olmaz. Neden Billur Kalkavan için cinsellik hep ön planda?- Cinsellik aslında herkesin hayatında çok önemli, ben sadece bunu dışa vuruyorum. Senelerce cinsel sağlık programları yaptım, talk show’larımda mutlaka bir günü cinselliğe ayırdım. * “Seks hakkında çok konuşanın aslında seks hayatı yoktur” derler...- Derler değil mi? Ama ben kendimle ilgili konuşup anlatmıyorum ki... Ne zaman duydun benim “Şununla yattım, bununla kalktım” dediğimi? Ben Türkiye’de rahat rahat cinsellik hakkında konuşabilen ender insanlardan biriyim. Türkiye’yi bu konuda rahatlatmayı misyon edindim. * Bu durumu yanlış algılayanlar da oluyor tabii...- Güya marjinaliz ya ondandır gülüyor. Bakma zamanında gezdik tozduk, uçtuk kaçtık ama ben hayatımın her döneminde aklı başında, ayakları yere basan bir kadın oldum. Üstelik etrafımdaki çoğu insandan da daha muhafazakarım. Eskiden benim evde çalışan kız teyzesinin para karşılığı erkeklerle yattığını anlatmıştı. Ben de “Bir de biz artistlere laf edersiniz” diye cevap ÇALIŞMAK ÇOK GÜZEL BİR DAHA GİTMEDİM OKULA* Bir elin yağda bir elin balda yaşarken, ne demeye 16 yaşında Mudo’da çalışmaya başladın?- Rezalet bir öğrenciydim İzzet. Zekiydim ama otoriteden oldum olası hoşlanmadığım için okulla, dersle hiç alakam yoktu. Lise 1’de sınıfta kalınca iki seçenek sundular. Ya bir sene boyunca tekrar okula gidip aynı dersleri alacaktım ya da evde çalışıp sene sonu imtihanına girecektim.* Eminim senin kafanda üçüncü bir şık daha vardı!- Olmaz olur mu? Anarşizm diz boyu! Evde ders çalışmak yerine, anneme gidip “Ben bari Mudo’da çalışayım” dedim. Mustafa’yla Taviloğlu da ahbaplığımız vardı. Aldı beni işe, gidip gelmeye başladım. Sapsarı saçlı, çok şirin bir tiptim. Herkes benimle çok eğlenirdi. * Sonra da tam gaz çalışmaya devam...- Aynen öyle oldu. Mudo’nun ardından 18-19 yaşlarındayken Güneri Cıvaoğlu’nun sekreterliğini yapmaya başladım. Baktım çalışmak çok güzel, bir daha da gitmedim CIVAOĞLU YILANLA OFİSE GELMEMİ YASAKLADI* Güneri Bey’le çalışmak kolay olmasa Aslında çok şekerdir. Bir kere şıktır, hoştur, klastır, yakışıklıdır. Fakat beni öyle çalıştırırdı ki anlatamam. 80’li yılların başıydı. Darbeden sonra sokağa çıkma yasağı vardı malum. Özel izinle işe gidip gelirdim. Güneri Bey, sabahları 5 dakika geciksem kızardı. Erken çıkmak istediğim gün, izin vermedi diye bir ağladım ki sorma... “Ama Güneri Bey daha 19 yaşındayım” diye mızmızlanırdım. Sonra bana izin verdi ama yanına da başka sekreter aldı gülüyor.* Memnun değil miydi senden?- Memnundu herhalde ama ben de az değildim. Punk’tım o zamanlar, ofise yılanla falan giderdim. Hoş bir süre sonra Güneri Bey yılanla gelmemi yasakladı.* Eh bir zahmet...- Gülüyor Bir keresinde de beni kuduz köpek ısırmıştı. Güneri Bey bunu duyunca, ona da kuduz bulaşmasın diye bana bir ay izin verdi. “Yahu” dedim, “Üniversite mezunusunuz, koskaca genel yayın yönetmenisiniz, kuduz öyle bulaşmaz”... Ama inanmadı bana.* Oh izni kaptın “Beni yollarsanız sizi ısırırım” diye tehdit ettim adamı gülüyor. Her gün gider kuduz aşısı olurdu korkumdan. Fakat her şey bir yana, iyi ve cömert patrondur. Cömert insana bayılırım zaten, babam da öyleydi. Aynı huy bende de ÜNİVERSİTE MEZUNİYETİNE TEKERLEKLİ SANDALYEYLE Mİ GİDEYİM* Az önce söylediğine göre baban cömertlikle bütün parasını harcamış Hayatı dolu dolu yaşayan bir adamdı. Oxford’u bitirdikten sonra bakmış II. Dünya Harbi başlıyor. Savaşıp askere gitmek falan istemeyince dedem bunu Hollywood’a göndermiş. * Hollywood ne alaka?- Vallahi özel bir sebebi yok. Dedem koymuş babamın cebine parayı, “Sen git orada çalış” demiş. Bizimki de Clark Gable’la falan arkadaş olmuş. O sırada da California’nın ileri gelen ailelerinden birinin kızıyla da evlenivermiş.* “Yarı Amerikalı” kardeşlerin mi var yoksa senin?- Çocukları olmamış. Annemin de ilk kocasından çocuğu yok. Babamın ilk çocuğu, 50 yaşındayken oluyor zaten. * Biraz geç kalmış anlaşılan. - Şimdi artık babamdan da geç kalanlar var. Baksana Neco’ya... “Kızlarım bana torun vermedi, kendi torunlarımı kendim yaptım” diyor.* O yaşlarda çocuk sahibi olmak doğru mu sence?- Bence, 25 ile 40 yaş arası çocuk yapmalı insan. Bana hâlâ “Niye yapmıyorsunuz?” diye soruyorlar. Yahu çocuğumun üniversite mezuniyetine tekerlekli sandalyeyle mi gideyim? ANNEMLE EVLENDİĞİNDE BABAMIN 5 METRESİ VARMIŞ* Neyse dönelim Hollywood’daki “aşk hikayesine”...- Babam evlendikten sonra almış buraya getirmiş karısını. Zavallı kadın California’dan gelip, “Celdum, cittum” diyen Laz bir ailenin yanında 9 sene yaşamış. * Canım aşık olduğu adam var yanında ne de olsa...- Yahu benim hovarda babam metresleriyle vakit geçirdiği için Amerikan hatun, Rıza kaptan ve eşi Zeliha ile otururmuş sürekli. * Bari bu sefer de ben söyleyeyim... Zavallı kadın. - Öyle de kibar bir insandı ki, ölene kadar bizlerle dost kaldı biliyor musun? Bir gün babama “Nazım ben ailemi özledim, bir California’ya gideyim” demiş. Gidiş o gidiş. Kibarca terk etmiş anlayacağın. Babam “Çok sevindim gittiğine” diye anlatırdı bize. Kadının adı Camille’di. Sonra annemle çok iyi arkadaş oldular. * Eskiyle yeni bir arada...- Medeniyet bu işte. Camille sonraki kocasıyla Türkiye’ye geldiğinde annemle babam onlar için özel davet verirdi. Kadın “Happy Cumhuriyet Bayram” diye evi arardı. Annem “Yahu Camille sen nereden biliyorsun Cumhuriyet Bayramı’nı” falan diye sormuş. Meğer babamı 29 Ekim’de terk ettiği için o günü hiç unutmamış. Çok aşıkmış çünkü babama. * Camille aşık fakat babanın gözü dışarıda...- Babam çok fenaymış ama. Annem “Benimle evlendiğinde 5 metresi vardı, geceleri evi ararlardı. Sonra yavaş yavaş hepsi silindi gitti” diye anlatırdı. Bizim ailede öyle kıskançlık falan yoktur. KADINLARIN BAYILMAYACAĞI ERKEKLERLE NE İŞİM VAR* Sevgilin senden çok genç, üstelik de yakışıklı... Kıskanmıyor musun onu diğer kadınlardan?- Hayatta kıskanmam. Mesela kadınlar Buğra’yla çok ilgileniyorlar. Geçenlerde Başak’la Sayan oturuyoruz, Buğra da birkaç kadınla sohbet ediyor. Başak “Kıskanmıyor musun?” diye sordu. “Hayır tabii ki” dedim, “Kadınların bayılmayacağı erkekle benim ne işim var?” Buğra zaten bana aşık, onu kıskansam da, kıskanmasam da durum değişmeyecek. * Peki ya o seni?- Bir erkek beni kıskanırsa derhal ondan ayrılırım. * Burada oturuyorsun, Buğra gitmiş orada kadınlarla muhabbet ediyor, kurmaz mısın “Bir halt mı karıştırıyor?” diye?- Ne kuracağım be, söyler bana zaten.* Bu konuda annen gibi ketumsun anlaşılan. - Dinle bak aklıma ne geldi. Babam kabak kafalıydı. Bir gün annem seyahatten gelmiş, banyoda bir tarak duruyor. “Nazım bu tarak kimin?” diye sormuş, kafasına tek tel saç olmayan adam “Kimin olacak, benim” diye cevap vermiş. Annem “Bu olaydan sonra babana hiç soru sormadım Bili’ciğim” derdi. * Babanın da maşallahı var...- Anneme, “Beni kıskanmadığın için seni ağız tadıyla hiç aldatamadım” derdi. Bak, kıskanılmadığın takdirde, sana sunulan rahatlıktan ötürü senin de bir şey yapasın gelmez. Kıskançlık insanın bedenini de ilişkisini de zehirleyen bir hastalık. Onun dışında ukalalık, ego, şımarıklık gibi hiçbir hissi de yaklaştırmam kendime.* Halbuki dışarıdan bakıldığında son derece ukala, egosu büyük ve snob bir havan Soğuk olabilirim ama asla snob değilim. Öyle elleşmekten, öpüşmekten, gereksiz samimiyetlerden hiç hoşlanmam. Aslına bakarsan beni soğuk bulanlar da Türkler. Yurtdışına gittiğimde hiç böyle bir yakıştırmayla karşılaşmıyorum. BİR ÇOCUK DOĞURACAĞIMA 50 KEDİYE DAHA BAKARIM* Çocuk yapmama konusuna dönmek istiyorum. Pişman olmaktan korkmuyor musun?- Yok, hatta her gün çocuğu olanlara bakıp, “Ne akıllı bir insanmışım” diyorum. Yanlış anlaşılmasın çocukları çok seviyorum. Hatta hayvanları sevdiğim kadar bile diyebilirim. Altı kedim var. Bir çocuk doğuracağıma 50 kediye daha bakarım.* Senin kedi sevgin hafif obsesif bir hâl almış duyduğuma Hayvanlarla, insanlardan daha yakın bir ilişkim var. İnsanlar çok daha kötücül ve pis bana göre.* Bir televizyon programında “Omzumda sevgilim yerine kedimin yatması daha iyi” Sevgilim kaç kilo, kedi kaç kilo? Tabii öyle derim kahkahalar. Şaka bir yana ben onu filmlerde falan sevgilisinin göğsünde uyuyanlar için söyledim. Nah uyursun adamın göğsünde! Kafan rahatsız olur bir kere. Kaşık pozisyonuymuş, bilmem neymiş. Yok yok, sıkılırım ben. Uyku dinlenme eylemidir. Öyle eller kollar birbirine geçmiş şekilde sevgiliyle mıç mıç olunmaz BELKİ AMA BUNA KAFA YORMAM* Nasıl hep böyle dinç kalabiliyorsun?- Genç ve dinamik kalmamın sebebi “günün insanı” olmam. Geçmişle hiç işim olmaz, bugünü benimser, bugünü yaşarım. Yok efendim “Beyoğlu’nda şapkayla dolaşılıyordu” tarzı konuşmalardan hiç hazzetmem.* Kaymak gibi cildinin sebebi geçmişi konuşmamak değil O hem genetikten hem de kendime bakmamdan kaynaklanıyor. Sigara içmiyorum, iki light biradan fazla içkim yok, arada ufak tefek botoks falan da yaptırınca “taze” kalıyorum. Bir de neşeli olsun abi insanlar. Ne çok şeyi takıyorlar kafaya! Şu herkesin hayatının merkezindeki aldatma meselesini hiç anlamıyorum mesela. Bazen soruyorlar bana “Hiç aldatıldınız mı?” diye. Yahu aldatılmışımdır belki, ne bileyim ben? Oturup bunun üzerine kafa yormak aklıma bile gelmez.* Ayrıca öyle veya böyle kim aldatılmıyor ki?- Aynen öyle. Bırak sevgilinin başkasına gitmesini, patronunun sana yalan söylemesi bile aldatmadır. Burası aldatanların ülkesi değil mi zaten? Herkes birbirine yalan söylüyor.* Tamam tamam sakin ol. En iyisi aşktan meşkten bahsedelim. Neden sevgililerin hep senden genç?- “Acaba yaşlı babayla büyümenin tesiri olabilir mi?” diye sordum bazı psikologlara, “olabilir” dediler. Ben kendimi bildim bileli genç erkeklerden hoşlandım. Anneme sorsan, televizyonda dizi seyrederken oyuncular arasındaki en yaşlı adamı beğenir.* “Kızlar babalarına benzeyen erkekleri beğenir” derler...- Babama bayılırdım ama asla beğendiğim erkek tipi olmadı. Klasından, rafineliğinden, zevkinden bahsediyorsan, Buğra o konularda aynı babam gibi mesela. O açıdan babama benzeyen erkeklerden hoşlanıyorum. Bir kadına ayakkabı alabilen erkek nadirdir. Bizim hırtalozlara baktığın zaman bir çiçek bile getirmezler eve, karısının kaç numara ayakkabı giydiğini nereden Kİ EVLENMEMİŞİM YOKSA ŞU ANDA 6. KOCADA OLURDUM* Bugünlerde çalışmadığını söyledin ama senin boş boş oturacağına da inanamıyorum Yok canım, oturur muyum hiç? Billur TV diye bir internet televizyonu kurduk. Buğra’nın fikriydi bu. adresine giren herkes, bugüne kadar yaptığım cinsel sağlık programlarını izleyebilecek. İleride başka içeriklere de yer vereceğiz. Yarın yayına giriyor. * Haydi evlilik sorusuyla muhabbeti bitirelim...- Evlilik mi? Çıldırdın herhalde! Evlilik kim, ben kim?* Her genç kızın hayali değil mi evlenmek?- Bu kızın ne gençken ne de şimdi öyle bir hayali oldu. Hatice diye bir dadım vardı. Bizim aileden pek çok kızın mürüvvetini görmüştü. Bana sürekli “Bu kadar yaramaz olmasan seni kimler alırdı?” derdi. Bir türlü Hatice’ye evlenmek istemediğimi söyleyemedim. Beni kimsenin almamasının verdiği acıyla öldü zavallı kadıncağız.* Peki annen hiç zorlamadı mı evliliğe?- Yok canım, annem bize hiçbir zaman “Evlenin” demedi. Hatta bana “Sen kaç”, erkek kardeşime “Sen de kaçır” derdi. İkimiz de hiç evlenmedik. Fakat birkaç sene önce “Ben sizi mutsuz mu ettim? Kaçın kaçırın diye espri yapıyordum. Benim yüzümden mutluluğu bulamamış olabilir misiniz?” diye sordu. * Ne cevap verdin peki?- “Sen çok akıllı bir anneymişsin, şu an 6. kocamla evli olurdum ve bütün o ayrılıklar sana yansırdı, biz çok mutluyuz” dedim gülüyor. hayatınızda hissetmediğiniz kadar çok duygu çeşidini bir anda yaşarsınız. ard arda da değil aynı erkek arkadaş dediğiniz kişinin "damat adayı"na dönüşmesine kadar geçenki sürenin kısalığına şaşırırsınız hele ki yaşınız "evlenme çağı" dolaylarında seyrediyorsa.yaşınızın ne ara bu dolaylara geldiğine de şaşırırsınız ama bu başka bir entry konusu.sevgili hep tek kişi olmuştur, hayalinizde. beyaz atlı prens. çocuğu olur mu hiç beyaz atlı prensin?hayır, peri masallarına aldanıp iyi bir adamı, gerçekten sevdiğim ve iyi olduğuna inandığım bir adamı sırf çocuğu var diye, sırf benden önce evlenmiş ve çocuk yapmış diye hayatımdan çıkarmam hiç adil ya part-time bir koca?onu ilk gördüğüm günü hiç unutmam, resimlerini görmüştüm daha önce ama canlıydı ve karşımdaydı. nasıl yaklaşmalı, ne kadar yakın ne kadar uzak olmalı. kafamda deli sorular. hemen bırakıp kaçmalı değil miydim o adamı?hala üniversite okuyan bile yaşıtlarım varken, hala çocukken bu çocuk sahibi adam..çocuk sahibi adam.. sevgilim.. elinden tutuyordum onun diğer elinden de oğlu. bir gariplik oluyordu ama sanki sonra oğlu ortamıza geçiyordu. elinden tutuyordum oğlunun. bu defa daha büyük bir anlaştık. aksi gibi annesinin kopyası olan ve zerre babasına benzemeyen bu küçük çocukla anlaşmıştık. sabah uyanıp çizgi film izlerken ben tuvalete gidince arkamdan babasına seslenmişti-baba baba, durdurabilir misin?çocuk ben tuvalete gidince kaçırmayım diye babasından çizgi filmi durdurmasını istemişti. ne duyarlı bir salt böyle sevgilimin evine sevgilimin baktığı günler ışınlanan bir şey değil ki. bir de annesi oluyor. hele bir de yaşında ise o anneye olan bağ daha da önemli atlatmadık ki. lanet olsun ki sevgilim eski karısıyla arkadaş gibiydi. benle ilişkisi başlayana kadar hatta ilk ay dahil haftada iki gün eski karısının evinde kalmak suretiyle çocuğa bakmalar, sonrasında eski karısından iki apartman uzaklıktaki yeni evine taşınınca evde yemek olmayınca eski karısına götürüp yemek yemeler, eski karının kahvaltıya çağırması, eski karı ile birlikte yemek yemek yiyen anne, baba ve çocuk. hiç aklıma gelebilir miydi ki bu tablonun mide bulandırıcı olabileceği? midem bulanıyordu, ama "ben senin yerinde olsam evlenirdim tekrar eski karınla" diyordum. "ayrılıp birlikte tatile bile gidebilecek bir ilişkiniz varken evlilik ne kadar kötü olabilirdi? "çocuğun "bu akşam annemle uyuyacağım" diye ağlamasını duyan ben, bu adamı deli gibi seven bene galip geliyordu. allahım bir çocuk nelere diyordu. sen şu çocuğa ne kadar üzülüyorsan ben ondan çok daha fazla üzülüyorum ve buna rağmen asla. sonra itirazıma rağmen daha yakınıma taşındı, kadının evine gitmeyi kesti aklına gelmeyen şeyler oluyordukadınla çocuk için doktora gidecekken kadının arabasına binmemek aklına gelmiyordu mesela ya da çocuğun kolluğa ihtiyacı olduğunda eski karıdan istemek yerine yenisini almak da aklına anlatıyordum. anlıyordu. tamam diyordu. ilerleme gösteriyordu. ama gelecek sefer başka bir durumda unutuyordu. ilerlemesi bu unutmalardan fazla şimdilik ki pozitif olarak sürüyor ilişki. ama bunu pozitif tutma uğruna ben neler yaşadım-geceler boyu kadını rüyalarımda boyu çocuğu rüyalarımda baktım ki ikisini toplam rüyalarımda sevgilimden fazla hayır yanındaki çocuk benim sadece bir kere çocuğu varken arkadaşları arasında boy gösterdim. iyi insanlardı çok sorun olmadı. çocuğu sevdiler. çocuğu ben de seviyordum zaten ama buna rağmen onların çocuğu sevmesi içimde derinlerde bir yeri burdu. çocuğu sevmeseler miydi? hayır, asla. çocuk sevilsindi. çocuklar sevilmeliydi öyleyse neden içim buruluyordu?bir akşam monopoly oynuyorduk yine. annesi gelmişti çocuğu almaya. arkamdan ağlamış annesine giderken. annesine "die semaphore" da gelsin derdim asla bir anneyi üzmek değildi. hayır, melek de değilim konumundan dolayı değil ama buraya yazmadığım daha milyon tane olay yüzünden anne olan o kadını da sevmiyorum. ama buna rağmen üzülsün istemezdim böyle. beni kendi çocuğunun anne gibi gördüğü biri olarak düşünmesini asla annesi kızmış sevgilime ben varken çocuğu almamasını söylemiş vs. eski karısı sevgilime çocuğu için kızmış. çok zor cümleler bunlar. çok .. bir sevgilisi bir var bir yok gibi davranan, kendi dedikleri ile defalarca çelişip yalan söylediği aşikar hale gelen kadın, çocuğunun psikolojisini ileri sürerek sizi suçlayabiliyor. çünkü o, çocuğun annesi ve onun doğruluğu sorgulanmaz. siz internetten her allah'ın günü boşanmış çocukların psikolojisi hakkında okusanız da sevgilinizle çocuğun yanında sırf çocuk için sevgili değilmiş gibi davransanız da hiçbir kan bağınız olmadığı halde çocukla iyi geçinmek için elinizden geleni fazlasını değil yapsanız da çocuğun psikolojisini kötü etkileyen ancak siz olabilirsiniz, biyolojik annesi değil. sonra çocuk benden kaçmaya başladı. beni görünce deli olan çocuk, babası "die semaphore"u özlemedin mi?" diye sorunca özlemedim demeye sebebi sorulunca da "bu konuda konuşmak istemiyorum" demeye başladı. tüm bunlar annesinin yanında arkamdan "die semaphore" diye bağırdığı o günün sonrasında olmaya bir aydır böyle. ben babasında olduğu günler gelmemeye çalışmaya başladım o olaydan sonra. boşandıktan sonra sürekli bir araya gelerek çocuklarının bilinç altına "aslında doğrusu bir arada olmamız ama olmuyoruz" mesajı vermek suretiyle çocukların psikolojilerini kendi elleriyle kötüleştiren insanların yanında ben çocuk için doğru olanı kendi sevgilimi daha az görerek yapmaya takdir etti mi? sevgilim hariç, tabi ki daha sonraki konuşmalarda kadın, çocuğun babasının sevgilisiyle görüşmesini istemeyen kadın, kendi sözde sevgilisi ile çocuğun görüştüğünü ortaya çıkaran şeyler söyledi. daha yazarım be. daha çok yazarım. içim acıyor ama. sevgilimin daha evlenirken "evlenmesi varsa boşanması da var" dediği, kadının hatta zamanında intiharla tehdit ederek zorladığı bir evlilik yapmış olduğunu bilmek daha sinir neler neler yazarım da..hamile kalmadan çocuk sahibi olmak mı demiş biri? evlenmeden eski eş sahibi, anne olmadan sorumluluk sahibi, suçlu olmadan dert sahibi olmayı da eklesek?zordur. çok yıl sonra gelen edit bu entry'den 1 yıl sonra ayrıldık. şu an bakınca çok açıkça görüyorum ki sorun, çocuk falan değildi. sorun, kararlı ve bağımsız bir tutum sergileyemeyen eski sevgilim ve benim defalarca aynı hayal kırıklıklarını yaşamama rağmen devam etmemdi. bu devam etmem de tabi ki o dönemki duygusal zayıflığımın/yetersizliğimin sonucu muhtemelen.

çocuğum hep aynı şeyleri yiyor